24 Ekim 2022 Pazartesi

Kader bir sığınak değildi ama korkaklar her seferinde o sığınağa giriyorlardı

 Gerçeklerle yüzleşmedikçe değişen hiçbir şey olmayacak.


25 Ekim Salı günü saat 17.00'da Özlem Gürses'in kanalına yeniden konuk olacağım.


İlk programı izleyen insanların her birinden sonrasında aldığım dönüşler,


İçimde yaşadıklarım,


Zihin dünyamın değişim arzusu her gün daha radikal bir şekilde siyasetin dışında olanların asıl konuşması gerektiğine olan inancım.


Birbirini tekrar eden cümlelerin bir neslin gençliğini çalması yetmiyormuş gibi gelecek nesillerin de çocukluk ve gençliğini çalma arzusu.


Korku insanın en önemli dürtüsüdür. İnsanı diri tutar, özünden kopmamasına neden olur, yaratıcı aslında bilinmezlikle korku duygusu ile insanın kendi öz kontrol mekanizmasını oluşturmasını sağlıyor.


Korku kendimizi kontrol etmemizi sağlayan dürtüyken yaratıcıdan daha fazla yaratılandan korkar hale geliyoruz.


İnsanın kendinden uzaklaşmasının en büyük nedeni korkularını yönetememesidir.


Aslında yaşama gelirken hiç olarak geldiğimiz gibi hiç olarak gideceğiz. Gelirken madde olarak bir şey getiremediğimiz gibi götüremeyeceğiz de.


Bize kalan tek olgu yaşamda kendimizden sonrasına dair bıraktığımız izler.


Ne için yaşıyorum sorusuna uzun zamandır cevabım: unutulmamak!


Ben, unutulmak istemiyorum.


Yarın programda ne konuşacağız bilmiyorum.


1 saate ne sığacak hiç bilmiyorum.


Sadece yeni bir insana ulaşarak dedelerimizden babalarımıza, babalarımızdan bizlere kalan ve yaşatılan mirası reddetmek gerektiğini savunuyorum.


Bir sonraki nesil artık bu mirasın ağır yükünü kaldıramaz.


Yeterince yükleri taşıdık.


20 yaşında bir genç doğduğu günden beridir aynı liderle yönetiliyor.


Bir eve doğarsın ve evsahibi olarak biri sana tanıtılır sonra sende bunu yaşarsın ya,


Halbuki o da senin gibi kiracıdır. Ama o kadar uzun süredir oturuyordur ki herkes ev sahibi olduğuna inanmaya başlamıştır.


Oğlum Atlas'tan öncesi ve sonrası olarak iki ben var.


Atlas doğmadan önce yaşadıklarımı düşünerek yaşamda kıyas yapmazdım. Doğumundan sonra kıyas yapmaya başladım.


Bizim kaderimiz bu değilken maalesef kader üzerinden güçlerini pekiştirenler bize bunu yaşattılar.


41 madencinin toprağın altında can vermesi gibi.


Korkuyoruz!


Bir şey dedik mi başımıza bir şey gelecek korkusu.


Kader bir sığınak değildi ama korkaklar her seferinde o sığınağa giriyorlardı.


Korkmuyorum çünkü dünyanın içinde istediğim her yerde üreterek, emek vererek ayakta kalabileceğimi biliyorum.


Korkusu olanlar ise güvenli alanlarını terk ettikleri anda aslında bir hiç olduklarını göreceklerinden dolayı bırakmamak için her şeyi yapıyorlar.


İnsanın insandan üstün olmadığı bir dünyada yaşarken zorla içimizde üstünler zümresi oluşturuyoruz.


O çok inanıp, güvenip peşinden gittiklerimiz sanki cennetin tapusunu almışlar gibi yüceltip peşinden gidiyoruz.


Sanki beraberinde bizi de götürecek gibi kabul ediyoruz.


Gerçekten gideceklerine inanıyor musunuz?


Ya gitmezlerse sizi de beraberlerinde ateşe doğru sürüklüyorlarsa.


İnsana verilen beyin tam da bunun için var.


Sorgulama!


Bir insanın ölmesi için sadece can vermesi gerekmiyor.


Merak duygusunu kaybetmiş,


Ve, sorgulamayan bir insan zaten ölüdür.


Yarın program var.


Özlem Gürses kiminizin tanıdığı, kiminizin ise hiç tanımadığı Ahmet'e ekranlarını açacak.


Siyasetçilerin konuşmalarından sıkılan herkesi bekleriz.


Kendim için değil,


Senin için,


Ve, senin çocukların için basit bir insan olarak basitçe konuşacağım hepsi bu...


17 Ekim 2022 Pazartesi

Yüzleşmeye var mısınız?


Siyaset yapmayacağız.

Öyle lafı çevirmeden en direk haliyle yazacağım.

Bartın'da 41 can kaybettik. Neden? Bu kaderdi. Onların kaderi madende ölmek olarak yazılmıştı ve öldüler. Sonra şehit oldular ve her biri cennete gittiler.

Bunu kim diyorsa toplumsal olarak acıyı azaltmak amaç. Peki kendimizi kandırarak diniyor mu acılar? Hangimiz biliyoruz ölenlerin isimlerini?

Ne ben,

Ne de sen,

Sadece aileleri biliyor.

Tıpkı Soma gibi unutacağız.

Unutmak üzerine kurulan bir yaşam yaşadığımız için tedbir almak hep geri planda kalıyor.

Sayıştay raporu,

Raporun yazdıkları,

Gaz sıkışması var diye önceden uyaranlar,

Hepsi önemsiz.

Soma yaşadıktan sonra gerekli olan tedbirler alınmalı ve hiçbir madenin kapısı açılmamalıydı.

Gözyaşı dökmek anlamsız.

Sorumlu olanlar istifa etmedikten,

Görevden alınmadıktan sonra anlamı yok.

Enerji Bakanı bir bir sorumlu olan herkesi görevden alarak akabinde sorumluluk bende çünkü gerekli tedbirleri benim aradığım, birlikte çalıştığım bürokratlar alamadı diyerek istifa etmeliydi.

Olması gereken bu. O vakit işte bir daha böyle bir katliam yaşanmaması için herkes görevini liyakat esaslı yapmak zorunda kalır.

Yok biz de işlemeyen bir mekanizma var. Sorumluluk. Kim sorumlu?

Ben miyim?

Sen misin?

Hayır tabiki.

Sorumlu olan kurum ve kuruluşların uzman, müfettiş, bürokrat ve atamaları yapan Bakan.

Katilam gibi ölümlerin yaşanmaması için gözyaşı dökmek yetmiyor.

Önce görevden alacaksın sonra istifayı vereceksin. Sen koltuğunu kaybedebilirsin ama ülke ve gelecek kazanacak.

Kader olduğuna inanan her bir bireyin inancından şüphe ediyorum. Böyle bir kader anlayışı ne dinde ne de yaşamın içinde var.


Yüzleşmek nedir bilmiyoruz.

Katilam gibi ölümler yaşanıyor ama biz hep sonuç üzerinden değerlendirme yapıyoruz.


Cumhurbaşkanı koordinasyonunda cansız bedenler 24 saat olmadan yer altından çıkarıldı demek nasıl bir yaklaşımdır.


41 can toprağın altında ve Cumhurbaşkanı bunu koordine etmez. Çünkü koordine edecek olan kurum ve kuruluşlar bellidir. Gider her bir kurum sorumluluğunu yerine getirir. Devlet büyüklerinin görevi ise olayın akabinde görevden alma, sorumlu veya ihmali olanların adalet önünde hesap vermesini sağlamaktır.


Yok bunun üzerinden bile siyaset mekanizması rol kapıyor.


Bir Bakan gidiyor mezar başında Kuran okuyor. Okuyabilir ama bunu hoparlöre yapmak ve video ile çekilerek topluma servis edilmesi ne insani ne de vicdanidir.


Müslüman veya dindar olduğumuzu kime kanıtlıyoruz?


Birbirimize mi?


Yoksa Allah'a mı?


Ben seni Müslüman görsem ne olur bana kanıtlasan ne olur kanıtlamasan ne olur.


Senin görevin adalet ise ülkedeki adaleti bana kanıtlamak zorundasın.


Yok!


Sürekli bir yüceltme ve yücelilme arzusu içinde olmak.


İşini en iyi yapmak, görev ve sorumluluk doğrultusunda hareket etmek varken neden yan yollara sapıyoruz.


Bartın orada duruyor. 41 can ise toprağın altından alınıp toprağın altına bırakıldı. Baş sağlıkları dilendi. Taziyeleri ilettik.


Peki ya sonra?


Ölen öldüğü ile mi kalacak. Biz de arkalarından şehit oldular cennete gittiler diye yaratıcı adına hüküm vererek kendimizi mi avutacağız. 


Yoksa 41 insanın vebalinin yöneten ve sorumluluk sahibi her bir bireyin ayrı ayrı omuzlarında bir yük olduğunu mu düşüneceğiz? 


Dindar toplum mantıklı toplumdur. Çünkü din mantık çerçevesinde yaşanır. Ben geliyorum diyene karşı tedbir almamak. Ben daha önce geldim diyene karşı hiçbir yaptırım uygulamamak bir toplumun anlamsız bir şekilde başına gelen her olay karşısında kader savunması oluşturmasına neden olur. 


Yurt dışına gelmek benim kaderimde yoktu. Ben bunu tercih ettim. İstemesem gelmezdim. Tercihimin nedeni ülkedeki liyakatsizliklerdi. Başıma atanan yönetici için bu bizim kaderimiz ne yapalım demek vardı. Fakat ben bunu yapmadım. Neden mi? Çünkü böyle bir kader yok. Tercihler var. 


Yarın deprem olduğunda bir şehrimizde Allah göstermesin yüzlerce insan öldüğünde kader mi diyeceğiz?


8 şiddetinde depremde ölmeyenlerin ülkesi Japonya'daki kader yok ama 6 şiddetinde depremde yüzlerce kayıp veren biz de kader var öyle mi? 


Başımıza ne geldiyse, 

Ne kadar kayıp verdiysek hepsini kaderci sığınağı kullanmaktan yaşadık. 


Kader bizim elimizde. Her birimiz kaderimizi belirlemek için bu hayata geldik. İhmallerle dolu madene çalışma izni vermek, denetimleri yapmamak, yapılan denetimlere uymamak ve en önemlisi tüm bunları bile bile o madene girmek ve çalışmak zorunda olmak. 


Bartın'da 41 can katliama kurban gitti. Bu katliamın sorumlu veya sorumluları kim sorusunun cevabını aramak ve bulmak çocuklarımızın geleceğini kurtaracak ya da kader diyerek kaçmak çocuklarımıza da aynısını yaşatacak. 


Karar ne benim, 

Ne de senin, 

Karar bizim... 


Üzülüyorum çünkü bu şekilde Allah katına gidince acaba kimler ne cevaplar alacak doğrusu merak ediyorum. 


Ama emin olun aklı ve dini birlikte veren Allah sizin dediklerinizi demiyor bunu biliyorum. 


Mezar başında Kuran okuyan Bakandan beklenti sorumluları bir bir açıklamak ve karar mekanizmalarına gerekli müdahalelerin yapılmasını sağlamaktır. 


Dua edecekseniz içinizden edin. Kula değil Allah'a ulaştırın. 


Kim kime neyi kanıtlıyor anlamıyorum. 


Anlamadığım için de kendi kaderimi çizmeye devam ediyorum. 


Kader diyerek madenin içinde sessizce ölümü beklemek bu da bir tercih. Saygı duyuyorum. 


Yüzleşmezsek gelecek uzak hep çok uzak.