13 Eylül 2022 Salı

Kader Biletçisi Ancak Açtı Gişenin Penceresini...

Uyumuyorum artık geceleri,


Karanlığın içinde yolculuk yapıyorum,


Her seferinde taşıdığım korkularımın bir bir üzerine gidiyorum,


Geç bile kaldım biliyorum,


Kader biletçisi ancak açtı gişenin penceresini,


Yoksa şimdiye çoktan almış biletimi,


Ve, binmiştim bu trene.


Çıktın mı bu otobüsle yola yoktur gayri dönüşü,


Ne gözün görür bir şeyi,


Ne de zihnin kabul eder yalanı,


Nafiledir artık beyni kabağın çekirdeğinden bile küçük olanların,


Hayal dünyası devekuşu misali başını toprağa gömmüş olanların,


Sırtını hep bir yerlere dayayarak her dediğimi yaparım diyenlerin,


Çağ dünyayı uzaya, uzayı dünyaya taşırken,


Evdeki kurutma makinesinin olduğu ve olmadığı yılları kıyaslayanların,


Asrın projesi diyerek sürekli olarak inşaatlar üzerinden örnekler verenlerin,


Değişmeyeceklerini artık kabul edersin!


Malumun başlangıcı eğitimdir,


Çocukluk günlerimizin her bir anına uzanıp dokunmak mümkün değildir,


Lakin yine de yapabilirsin,


Hatırlayabilirsin okul çağını,


Ah nasıl da meraklı, hareketli, yerinde duramayan, heyecanlı zıppır bir çocuktun,


Sana resim çiz dedikleri anda ne ağacı ağaç gibi, 


Ne güneşi güneş gibi,


Ne de nehirleri nehir gibi çizerdin,


Hayal dünyandaki bütün zenginlikleri yansıtırdın bir anda,


Sonra ders kompozisyon olduğunda başlardın kağıdı kalemi eline almaya,


Sonra öğrendiğin tüm sözcükleri bir bir kullanmaya,


Bir ifade etme yöntemiydi yazmak,


Birden bire içindeki tüm sözcüklerin dökülmesinin mutluluğunu yaşardın!


Karşındaki öğretmen rol modeldi senin için,


Her şeyi onun bildiğini düşünür,


Ve, sorular sorardın daha ilk günden,


Her sorduğun soruya cevap ararken,


Zihin dünyandaki hayal dünyanı zenginleştirmeye çalışırdın!


Her teneffüs arası okulun bahçesine koşarken,


Hiç tanımadığın yaşıtlarınla tanışır,


Takım ruhunu sınıfındakilerle yakalar karşı takımla bir mücadeleye girerdin,


Kazanandan çok önemli olan takımın parçası olmak,


Ve, mücadele etmekti!


Ah o etrafı dört duvarla çevrili sınıflar yok mu?


Şekilci dayatmalarıyla ne varsa aldılar elinden,


Var olan özgüvenin,


İnandığın değer yargıların,


Merak duygun,


Heyecanın,


Hareketliliğin,


Kendini ifade etme becerin,


Hayal dünyan ne varsa aldı işte elinden!


Çocukluğunun ilk günlerinden itibaren başladılar başarıyı sınavlarda aramaya,


Her girdiğin sınavda aldığın notlar senin zeka düzeyini belirleyendi,


Öğretmen iyi dediyse iyiydin,


Kötü dediyse kötü,


Ya da akşam eve geldiğinde çarpım tablosunu ezbere bildiğin kadar zekiydin,


Ya da verdiğin hızlı cevaplarla,


Halbuki bir çocuğa yapılabilecek en büyük işkenceydi bu.


İşkencenin adı eğitim olmuştu,


Ve, koca bir toplum buna inanıyordu.


Sana sürekli olarak senden önceki asırlarda yaşayanları anlattılar,


Başarı hikayesi olarak hep geçmişi gösterdiler,


Bugün neden başarının ve rol modellerin olmadığını bile sorgulamana müsaade etmediler.


En sorunlu çocuk en güzel dönem olan çocukluk çağında büyüme arzusu taşıyan çocuktur.


Çünkü çocukluğuna dayatılanlardan kaçmak istersin,


Ve, kaçışın tek yolu vardır büyümek!


Büyüdükçe en masum dönemini kaybedersin,


Zihinsel dünyanın en çok eğitilebileceği zamanı,


Ama işte arkanda kalan yıllardan koşar adım kaçmak istersin,


Çünkü sana işkence geleni görmüyorlardır.


Büyüdükçe masumiyetin çizgileri bir bir kaybolur yüzünden,


Yerini yılgınlık alır,


Fark edersin o vakit geçmesini istediğin zaman aslında en çok geçmemesi gereken zamandır,


Ama geçmiştir bir kere!


Para kazanmak ve meslek seçiminin eş değer olduğu bir toplumda yeteneklerinin veya sanatsal yönlerinin hiçbirinin gelişme ihtimali yoktur,


Aslında en büyük mesleğin hayal kurabilenlerden olmak olduğuna inanırsın,


Alırlar elinden,


Ve, yerine dayatırlar sana kazanç sağlayacak olanı,


Sonra belki mutlu olursun,


Belki mutsuz,


Ama ne mutluluğun tanımını yapabilirsin ne de mutsuzluğun,


Çünkü kendini tanımıyorsundur!


Kitap mesela okumak,


Özgürlüktür,


Zihin dünyanın başka dünyalarla birleşmesidir,


Oku derler,


Ama neden okuman gerektiğini öğretmezler,


Okumanın espiri ve hikayesini vermedikleri için okumak hiçbir vakit bir kültüre dönüşmez.


Dil öğrenmek dünyayla bütünleşmektir,


Kendinin dışındakini anlamak ve yorumlamaktır,


İlkokuldan başlayarak dil eğitimi alırsın,


Ama sonra üniversite bile bitirsen sorduklarında koca bir salonda 3 5 kişinin ancak eli kalkar,


Çünkü dil öğrenmenin neden gerektiğini vermeden anlatır dururlar,


Sonra da anlatan anlattığı zamanı,


Dinleyen dinlediği zamanı bir döngü gibi kaybeder.


Akıyordu su trenin güzergahında,


Ve, tren geçiyordu köprünün üzerinden,


Geride kalıyordu zaman,


Değişmeyen insanların değiştirmek için emek vermedikleri bir coğrafyaydı bizimkisi,


Bir gün gündem olanın ikinci gün gündem olma şansı yoktu,


Çünkü değişken gündemler toplum için hem bir korku hem de bir afyon etkisiydi.


Tam 15 yılımı verdim kamu kurumlarına,


Yaşadıklarımdan,


Gözlemlediklerimden,


Hissettiklerimden hareketle sığmadım bir kalıba,


Sığdırmak istedikleri hiçbir kalıbı kabul etmedim,


Çünkü sığdığım anda biliyordum her gün doğan güneşi görsem de esaret başlamış olacaktı.


Gördüğüm her makam sahibine anlattım,


Değerleri olmadıklarını bilsem de devletin makamında oturuyorlardı ve eğer isterlerse değişim için benimkinden çok daha etkili olabilirlerdi.


Hiçbir projeyi zihnimde tutmadım,


Köşe başlarında projem var diyenleri bile pür dikkat dinledim,


Zihnimdekilerle zihinlerindekilere katkı sunarak yeter ki üretsinler dedim!


Her dönemimde başka bir liyakatsizliğin boyunduruğu altında çalıştım durdum,


Bürokratizm bir hastalıktı,


Ve, bu hastalığı siyaset, cemaat, tarikat, stk ve benzeri yapılar üzerinden yayarak,


En tepeye bir şekilde birilerinin adamlarını konuşlandırıyorlardı.


Tepeye çıkmak isteyenler de mecburdular öğrenmek, üretmek, çalışmak yerine kapılarda beklemeye,


Çünkü emeğin karşılık bulmadığının farkındaydılar.


Masum çocuklar gidiyorlardı,


Başkalarının güç savaşında ölüyorlardı,


Ve, şehadet adı altında cennete uğurlanıyorlardı.


Kimse de kalkıp demiyordu ki;


Neden hep biz gidiyoruz cennete,


Biraz da siz gitseniz ya cennete,


Madem ölen gidiyor cennete,


Ne diye en önden siz gitmiyorsunuz diye,


Yok gidemezlerdi,


Çünkü kendileri de biliyorlardı cennetin yolu için değil iktidarda kalmanın mücadelesinin ölümleri olduğunu!


Tren her geçen dakika biraz daha uzaklaşıyor,


Karanlığın içinde etraf zemheri,


Dışarıya bakıyorum,


Güneşin doğmasına daha çok var!


Trenin içinde her köşe de birileri yaslanmış pencereye,


Yansıyan siluetleri görüyorum pencerelerden,


Kaçış treni bu,


Çocukların istismar edildiği,


Her çocuğun zihin dünyasında travmaların olduğu,


Kadınların kendi olamadığı,


Erkeğin gölgesinde kaldığı,


Muhafazakarların din üzerinden aldattığı,


Anlamını bile bilmediği ayetleri okuyanların ermişçesine ders verdikleri,


Arka planda kiminin ne halt yediği belli olmadığı,


Herkesin birbirini kullanmaya çalıştığı,


Çıkar ilişkilerinin her şeyin önüne geçtiği bir coğrafyadan kaçış treni…


Dünyanın her yerinde vardır sorunlar,


İnsanın olduğu yerde sorun olmaması mümkün müdür?


Ama dünyanın hiçbir yerinde kendisine bu kadar düşmanlık eden bir toplum yoktur.


İzliyorum şimdi uzaktan,


Zannetmeyin,


Bu tren gittiği yere giderken yaşanmışlıkları geride bıraktırıyor,


Yok öyle olmuyor!


19 milyon öğrenci okula başladı bu hafta,


Her birinin hayalleri var geleceğe dair,


Bütün yaşamlarını sınavlarla geçirirken sırf bir yerlere sırtını dayadığı için gelip emek verenlerin emeklerini çalanların her birine dur demeye dünyanın her yerinden devam edeceğiz.


Toprağın çocukları,


Uzayın topraklarının çocukları olacaklar,


Bunu yapacak olan biziz,


Ve, hürriyet ve ümit bir arada olmaya devam ettikçe biz vazgeçmeyeceğiz.


Kurnaz tilkiler hiçbir vakit garibanın ağzındakine ulaşamayacaklar,


Gecenin karanlığı güneşle birlikte aydınlanacak,


Çocukların hayallerini çalanlar bir bir kaybolacaklar,


Uyku ile uykusuzluk arasında bir yerdeyim,


Uyuduğumda biliyorum bende uyanamayacağım,


Uykuya her dalanın uyanması zordur,


Zaten istedikleri de her birimizin uyuması,


Ve, biz uykudayken onlar çocukların geleceğini tüketmeye devam edecekler.


Saat 03:08,


Tren ilerliyor,


Ve, başımı pencereye dayamış bakıyorum geleceğe,


Heyecan duyuyorum,


Uykuda olanların arasından sıyrılıp dünyayı farklı dillerde okumaya devam edeceğim için.


Felemenkçe, Fransızca yazan yazarların dillerinde kitaplarını okumaya çalışıyorum.


Her gün yazıcıdan çıktı alıyorum,


Ve, sözcüklerin altına bir bir anlamlarını yazarak kendi dilinde öğrenmeye çalışıyorum dünyayı,


Sözcük dağarcığımı arttırmak için mücadele ediyorum,


Biliyorum uyanık kalmak için başka çarem yok,


Öğrenmenin bittiği yerde uyku başlar,


Yaşam hiçbir zaman cesur olmayana fırsat tanımaz,


Herkes cesaret gösterinin yanında yer alamaz,


Bazen en yakınınızdakilere bile anlatamazsınız,


Ama asıl anlaması gerekenin kim olduğunu biliyorsanız,


Gişenin açılmasıyla aldığınız trenin biletinin sizi ulaştıracağı yer bellidir,


Gün doğdu doğacak,


Elbet bu karanlıklar aydınlığa çıkacak,


Benim aydınlığım geride kalanları da bulacak.


Uyanık kalın,


Ve, size verilen en büyük güç olan aklınızı sorgulamaktan uzaklaştırmadan emek verin! 


5 Eylül 2022 Pazartesi

İnsanlık Çuvala Sığmıştı ve Ali Rıza Amca Bu Yükü Tek Başına Taşımak Zorundaydı...



Başındaki külahı,

Gömleği,

Pantolonu,

Bizim her birimizin gündeminden,

Uzayın ve teknolojinin dünyasından çok uzakta tam bir Köy delikanlısı Ali Rıza Amca.

Külahı hem asil bir köylü hem de inancının bir simgesi,

Erzurum Karayazı köyünden.

28 yaşında kaybolan Hakan’ın babası.

Tanımıyorum Hakan’ı,

Sende tanımıyorsun,

Tanımanın bir önemi var mı yok!

Babanın elinde bir çuval,

Karanlık dönemlerin yaşattığı karanlık bir görüntüyü yaşıyor insanlık,

Güneş var ya tepede,

Yok artık!

Gökyüzündeki güneşe rağmen karanlığı yaşıyor Ali Rıza amca,

Tüm dünyayı aydınlatan güneş onun gözlerindeki karanlık perdeyi kaldırmıyor bu sabah!

Hakan’ın oğlu olmasını o seçmedi,

Tıpkı sen gibi,

Seçmedi!

Karanlığın aydınlanmaya engel olduğu,

Karanlık bulutların güneşin önüne perde olduğu,

Gökyüzünün gürültüsünün korku saldığı günlerden bir gün kaybetmişti oğlunun izini.

Hikayesi nasıldı acaba,

Neler yaşamıştı,

Ölüm nasıl bulmuştu?

Hangi yaşanmışlıkların sonucunda karanlığın kaybettiklerinden olmuştu!

Asil bir köy delikanlısı,

Elinde bir çuval,

Ve, beyaz bir çuvalın içinde yıllardır haber alamadığı evladının kemikleri!

Vicdan, akıl, kalp, ruh hiçbir şekilde kabul etmiyor.

Etmesi de mümkün görünmüyor!

Dijital dünyanın içinde tartışılan,

Siyaset arenasındaki yönetme mücadelelerinin her birinden çok uzak,

Asırlık bir ıstırabın bitmeyen karanlık görüntüsü yeniden kendisini gösteriyordu!

Daha 28 yaşındaydı.

Nasıl bir delikanlıydı acaba,

Hayalleri neydi,

Nasıl bir ortamda doğmuştu,

Neler yaşamış,

Ölümün karanlık sokağına onu götüren neydi acaba!

Yüzündeki çizgiler,

Yaşlılığın, hüznün, kederin hissettirdikleri derin derin çizgiler oluşturmuştu,

Tek başına aradan geçen 7 yıl sonra oğlunun kemiklerini bir çuval içinde almaya gitmişti.

Gömleğinin çizgileri de aslında yüzündeki derin izlerin uzanan bir yansımasıydı.

Anadolu’nun kırsalında, köylerinde yaşayan insanların ortak bir görüntüsü vardır,

Gösteriş için, yapay olarak yaşanan sanal dünyadan uzakta yaşamlarını sürdürürler,

Şikayet etmezler,

Kaderde çocuğunun cansız bedenini toprağa verememek olsa da,

Kemikleri bir çuvala konulup al yetiştirdiğin, büyüttüğün evladın bu dense de;

Asırlık bir çınar gibi yaş olsa da delikanlı bir genç gibi sırtlarlar yükü.

Gidiyorsun,

Sana bir çuval uzatıyorlar,

İmzala diyorlar,

İmzayı atıyorsun,

Sonra gidebilirsin diyorlar!

Hepsi bu kadar!

Sonra kapıya çıkıyorsun,

Kilogram olarak hafif olsa da bir babadan başkasının kaldıramayacağı ağır bir yükle yoluna devam ediyorsun!

Ali Rıza amca koca bir milletin ölen insanlığının yükünü taşırken,

Biz, sadece o yükün tartışmasını yapanlar olarak kayda geçiyoruz.

İlk değil ki bu;

3 yaşındaki Muharrem Taş’ın Van’da babası tarafından 2014 yılında çuvalda taşınan görüntüsünü unuttunuz mu?

Eğer Muharrem’i unutmamış olsalardı bugün Ali Rıza isimli delikanlı amcaya o çuvalı veremezlerdi.

Unutuyoruz,

Unuttuğumuz içinde aynı döngüyü yaşıyoruz.

Unutmayın!

Unutturmayın!

Unuttukça birbirine benzer kaderleri her birimiz ölen insanlıklarımızın arasında yaşamaya devam edeceğiz.

Belki de unutmuyoruz,

Yok sayıyoruz,

Halının altına süpürüyoruz,

Sonra temizlik yaptığımızı zannediyoruz,

Halının yerinde küçük bir kayma olduğu vakit bir anda süpürdüklerimiz savruluyor dört bir yana,

Yüzündeki derin çizgilerle elinde oğlunun kemiklerinin bulunduğu çuvalla bir insanlığın ölümünü yüklenmiş Ali Rıza Amcanın yaşadıklarını unutmuş gibi yapar,

Yok sayarsak,

Buna sebep olanları halının altına süpürürsek,

Yarın tekrarını yaşadığımızda ilk defa olmuş gibi dijital dünyada tepkiler verir,

Sonra gündem değişir,

Ve, unutulanlar güneşin önündeki en büyük engel olarak her birimizi karanlığa mahkum eder.

Güneş ve karanlık arasında ince bir çizgi vardır,

Güneş kendisini sakladığı için karanlık ortaya çıkar,

Yoksa özünde karanlık yoktur,

Güneşin önüne perdeler çeke çeke nereye kadar gideceğiz?

Güneş, bir gün kendisini hiç göstermediğinde karanlık her birimizin ayrı ayrı yutacak.

Asırlık bir çınar,

Anadolu’nun köy delikanlısı Ali Rıza amca,

Seni tanımıyorum,

Hakan’ı tanımıyorum!

Hiçbirimiz tanımıyoruz!

Sana yaşattığımız,

Ve, hepimizin en ağır yükünü taşımak zorunda kaldığın için senden özür diliyoruz.

Bizim dünyamızın içinde yoksun biliyorum,

Ama belki dünyamızın içinde olanlardan birileri sana ulaşır ve bu özrü benim adıma iletir.

İnsanlık bir çuvala sığmıştı,

Ve, Ali Rıza amca bu yükü tek başına taşımak zorundaydı.