23 Temmuz 2023 Pazar

Biz doğru noktadan başlamadığımız için doğru yoldan gidemiyoruz...

Koca Bir Yüzyılda Türkiyelileşemedik

Yıl 1923 - 2023,

Asırlık bir dönemin değerlendirmesini yapmadan,

Karnedeki notları değerlendirmeden bir üst sınıfta başarılı olma imkanı yok Cumhuriyetin.

Hani biz Cumhuriyet çocuğuyuz deniyor ya bu söyleme katılmıyorum.

Cumhuriyet aslında her birimizin ayrı ayrı çocuğu,

Ve, bu çocuğun başarılı olmasını istemek kötü bir şey değil.

Bir kısmına şahitlik ettiğimiz,

Bir kısmını ise teknolojinin el verdiği noktalarda izleyerek,

Ya da okuyarak öğrendiğimiz koca bir asır geride kaldı.

Darbeler,

İdamlar,

Muhtıralar,

Bölünmüşlük ve parçalanmışlık,

Liyakatsizlik,

Eğitimsizlik,

Adaletsizlik,

Dünya ile rekabet edememek,

İnsan hakları,

Özgürlükler,

Irkçılık,

Çok büyük sınavlar ve sorunlar yumağı sığdı koca bir asrın içine!

Haneler değişse de,

Aslında farklı farklı nedenlerden dolayı her hanenin içinde acılar hiç bitmedi,

İkinci yüzyıla geçerken de yüklendiği acılarla yoluna devam ederken; Cumhuriyet,

Şu geride kalan sınıfın karnesini bir değerlendirmeden yola devam etmenin hiçbir yararı olmayacağını düşünüyorum.

Hatalarınla yüzleşmeden kendini değiştiremezsin.

Cumhuriyet hepimizin ortak çocuğu ve bir yerlerde var olan hataların her biriyle yüzleşmesini sağlamak zorundayız,

Aynı hataların tekrar yapılıp,

Acıların tekrardan yaşanmaması,

Gözyaşlarının yeniden haneler değişse de dökülmemesi için bir değerlendirme yapmak gerekiyor.

Kendini değerlendiren,

Hatalarıyla şeffaf bir şekilde yüzleşen bir Cumhuriyet tüm ülkeye daha mutlu bir gelecek sağlar.

Hatalar Cumhuriyetin kendisine ait değil belki de ama yönetenler bu hataları yaptılar,

Birilerinin hatalarını da her seferinde bir tek dönemin insanları değil asrın içindeki tüm herkes birlikte yaşadı.

Ben, Mederesler idam edilirken hayatta değildim ama sonuçlarını yaşadım,

Ben, aydınlar idam edilirken hayatta değildim ama sonuçlarını yaşadım,

Ben, Denizler darağacına giderken hayatta değildim ama sonuçlarını yaşadım.

Ben, darbeler yaşanırken ya da darbe sonrası anayasalar yapılırken hayatta değildim ama sonuçlarını yaşadım,

Ben, çok başlı Türkiye yönetimleri döneminde bebektim, çocuktum ama sonuçlarını yaşadım,

Ben, faili meçhuller işlenirken çocuktum ve gençtim ama sonuçlarını yaşadım,

Ben, sokak ortasında Uğur Mumcu öldürülürken, gazeteciler, düşünce insanları öldürülürken ya yoktum, ya çocuktum, ya da yetişkindim ama her seferinde sonuçlarını yaşadım,

İlk asırda ne Türkleştirmek isteyenler başarılı olabildi,

Ne de Türkleştirmenin karşısında durabilenler,

Geriye kimse bir miras bırakamadı,

Öyle dönüp arkama baktığımda vicdanım rahat diyenin de vicdanının çok rahat olduğunu düşünmüyorum,

Evinde çocuğunun yüzüne bakınca ne hissediyorsun,


Ey oğlum, Ey kızım sana hayal ettiğin ülkeyi bırakıyorum ve mutlu olabilirsin! Diyebiliyor musun?


Türkiye yüzyılı demek için öncelikle Türkiyelileşmek gerekiyor,

Yeni bir nesil inşa etmeden,

Bu nesli geleceğe hazırlamadan,

Bugünden yarına eğitimle, birbiriyle değil dünyayla rekabet eden nesillere dönüştürmeden ikinci yüzyılda birinci yüzyıldan çok farklı olmayacak!


Hangi alanda ihtisaslaşmış bir Türkiye inşa edilecek,

Gençler bu sürecin neresinde yer alacak?

Hangi yaşanmışlıklardan hangi dersler alınmış bir şekilde gelecek inşa edilecek?

Gelişi güzel,

Günübirlik politikalarla mı yoksa gerçek anlamda kurumsallaşmış yapılarla mı?

Bir tıkınama olduğu kesin,

Birileri taşın altına elini koymuş, tıkanmayı açmak için emek verirken tek başlarına başarılı olma imkanları yok,

Öncelikle bir aidiyet ve hesaplaşmayla başlamak gerekiyor!

Kim tarafından hangi hatalar yapıldı?

100 yıllık süreçte neler iyi yapıldı, neler kötü yapıldı?

Biz 100 yılda ne kadar mesafe gittik, bizim dışımızdaki ülkeler hangi noktadan nerelere geldi?


Bizim 100 yıl öncesinde gerimizde olanlar nasıl önümüze geçti? Neler üretti, nasıl yaklaşım ve politikalarla değişim ve dönüşüme katkıda bulundular?

Herkes ister bir Türkiye Yüzyılı,

Ama aklı başında her bir birey,

Ya da Türkiye gerçekliğini yaşayarak büyümüş her kişi de bizim söylem üretmede çok iyi olduğumuzu ve mesele içini doldurmaya gelince de ne kadar kötü olduğumuzu biliyor!


Önce söylem üretip sonra içini doldurmaya çalıştıkça ileriye gitmiyor ülke,

Tam tersine olması gereken içeriyi oluşturup söylemi, sloganı sonradan üretmekken maalesef biz de önce slogan ve söylem ortaya çıkıyor sonra ona yönelik içerik üretmeye başlıyoruz!

Kabul etmek lazım,

Kimileri sadece ismi değişti diyebilir ama durum öyle değil memleketin Planlama aklına ve kültürüne dönüşe ihtiyacı var.

Türkiye yüzyılının içini Devlet Planlama yapısını yeniden kurarak inşa etmeye başlarsak o vakit işte içerik dolmaya başlar!

Eskinin bıraktığı derin izlerle yüzleşmeden de aidiyet duygusu etrafında toplumsal birliktelik bana uzak görünüyor. Önce bir eskiyle hesaplaşma ve yeniye eskiden ders almış bir şekilde ortak akılla yürümeye karar vererek başlamak lazım,


Yoksa her yüzyılın başında yeni bir Türkiye Yüzyılı başlar,

Sonrasında söylem ile gerçekler uyuşmadığı için toplumsal sorunlar, ekonomik buhran, alım gücü zorluğu, refah düzeyi zorlaştıkça zorlaşır hayat,

Nereden başladığın önemlidir!

Biz doğru noktadan başlamadığımız için doğru yoldan gidemiyoruz,

Önce doğru başlama noktası sonrasında zaten doğru yol gelir,

Bir bir ölüyoruz,

Ölürken de ne o taraf mutlu ne bu taraf,

Taraf olmayı artık bırakıp bir yerlerde buluşmak için somut adımlara ve kararlılık sahibi aktörlere ihtiyaç var.



14 Temmuz 2023 Cuma

Referans Siyaseti...


Enerji tüketen, inovasyonu engelleyen, geri kalmışlığa sürükleyen, en kötüsü de emek vermeyi bitiren sürecin adıdır.


Her yeni kabine kurulma süreci beraberinde bir yenilenme heyecanı getiriyor!


Neden?


Tepe noktadaki bir atama sonrasında her gelenin tepeden aşağı bir yenilenme arzusu içerisine girmesi memlekette donanımlı, nitelikli, düşünen, sorgulayan ve üreten isimlerin bir bir tükenmesine neden oldu!


Kişiye göre şekillenen yapıların hiçbiri sürdürülebilir değildir.


Türkiye’ye içeriden bakınca anlamak zor, 


Birkaç dakika dışarı çıkıp bakmak ise yetiyor.


Daha dün yöneticilik görevine atananlar,


Başarılı olmak ümidiyle şimdilerde kadro kurarak işe başlama heyecanı yaşıyor,


Bir yönetici görevden almak ve sonrasında referans siyasetiyle yeni birini atamak ekip kurmak değildir.


Sen var olan kuruma siyaseten atanmış bir yönetici olarak yapman gereken kurumsallaşma sürecini güçlendirmek,


Çalışanların verimliliğini arttırmakken,


Göreve başladığın gün atamalarla yola çıkmaz,


Bir de üzerine yetmezmiş gibi kurumsal kültürün içinde yıllardır dirsek çürütenlerin başına o kuruma dair hiçbir şey bilmeyen birini getirip atadığında,


Oradaki çalışanlardan o saatten sonra verim alabileceğini mi düşünüyorsun?


Neden çalışsın?


O çalışacak emek verecek ama sen her seferinde gidip dışarıdan birilerini getirerek referans siyasetiyle tepeye atayacaksın!


Yönet diyeceksin,


Neyi yönetecek?


Nasıl yönetecek?


O kurumu tanımak,


Personel yapısını tanımak,


Taşra yapılanmalarını tanımak bir bakmışsın yeni bir kabine değişimi olmuş verimsiz bir dönemin akabinde yeni bir verimsiz dönem başlamış!


Her gelen toprağa bir şeyler ekiyor,


Ama hasat mevsimi gelmeden,


Bir başkası mahsulü alıp çöpe atıp yeniden ekiyor!


Peki ya yapılan masraflar,


Verilen emekler,


Gösterilen çabalar!


Türkiye ekonomik krizin değil kamudaki verimsizlik ve isteksizliğin sonuçlarını yaşıyor


22 yaşında kamu çalışanı oldum,


Kendimi koyuyorum 22 yaşında kamuda göreve başlayan bir gencin yerine,


Nasıl da idealist bir şekilde ilk gün kapıdan içeri giriyor,


Motivasyon,


Enerji,


Emek verme arzusu,


Sonra bir sabah uyanınca; kurumda hiç görev yapmamış,


Ya da kurumun içinde emek vermekten uzak olduğunu bildiği biri gelmiş,


Referans siyasetiyle en tepeye oturmuş,


Yönetme yetkisi verilmiş işe yaramazın birine,


Ne anlatacaksın?


Nasıl anlatacaksın?


Sen anlatsan o ne anlayacak?


Sonra o idealist üretken gençten bu üretkenliğini devam ettirmesini bekleyerek ülkenin gelişim sürecine emek vereceksin,


Buna kendiniz inanıyor musunuz?


Sorunun gerçekliğiyle yüzleşmediği vakit Türkiye’de değişen hiçbir şey olmaz,


Bir defa kurumsallaşma kültürünün oluşturulması gerekiyor,


Ekonomik krizle mali politikalar ve araçlarla mücadele ederek yok kat edemezsiniz kardeşim,


Ne kadar finansman üretirsek üretelim,


Kaynağı doğru ve katma değerli üretime dönüştürecek kadrolar olmadıktan sonra neye yarar?


Doğruları söyleyeni pek sevmezler Türkiye’de,


Hele bir de örgüt, tarikat vb yapılanmaya yakın olmadan emek veriyorsan,


O zaman işler daha çok zorlaşır!


Referans siyaseti de yakınlık göstermediğin vakit yükseltmiyor,


Arada istisnalar var,


Zaten onlarda olmasa yani sistemin ayakta durması için istisnalara mecburiyet olmasa daha vahim bir tabloyu yaşayacak toplum!


Bir tarafta 30 yıl kamuda çalışmış olana diyeceksin ki sen 7.500 TL bilemedin hadi 10.000 TL ile geçin,


Diğer tarafta o 30 yıl orada çalışırken referans siyasetiyle gelip koltukta oturana 6400 ek göstergeden emeklilik vereceksin,


Ondan sonra vatandaşın devleti bütüncül olarak sahiplenmesini bekleyeceksin!


Kandırmayın kendi kendinizi!


Kendisi 30 yıl dirsek çürütürken gözünün önünde referans siyasetiyle gelip emekli olanları gören babalar ve anneler şu anda ne yapıyor biliyor musunuz?


Yetiştirdikleri her bir çocuğun kendi yaşadıklarını yaşamaması için ülkeden gitmelerinin yollarını arıyorlar!


Her yasaya uygun olan ülke menfaatine değildir veya daha sert söyleyeyim ahlaki değildir!


İçimdeki Türkiye’yi atsam olacak da,


Yıllarca memleketin dört bir yanında Onbinlerce gençle bir araya gelmiş ve emek vermiş olunca,


Her birinden gelen mesajlarla canım sıkılıyor,


Sonra kendimi klavyenin başında buluyorum.


Avrupa’ya gelince iş bitiyor zannediyor olmak ise en kötüsü,


Donanımlı olmayan,


Dil bilmeyen,


Yetenek ve becerileriyle fark oluşturamayacak hiçbir gencin tutunma şansı yok,


Gençlik öyle bir noktada ki gel de anlat…


Ben zamanında çok anlattım,


Bir önceki Gençlik ve Spor Bakanının karşısına geçtim,


Gençlik ve Spordan sorumlu Bakanlığın gençlikten haberinin olmadığını anlattım,


Gençlik ve Spor Bakanlığı son 1 yılda ülkeden kaç genç yurt dışına gitmiş ve bu gidenlerin gitme nedeni nedir diye düşünerek bir araştırma yapmış mıdır acaba?


Gençlikten haberi olmayanlar Gençlikten sorumlu olunca olmuyor!


Gidip bir Gençlik Merkezine gençlerle poz vermek mesele değil,


Bu giden gençlerin her birinin gidiş nedenini ortaya koyup bu engelleri bir bir ortadan kaldırmadıkça varlığının hiçbir anlamı yok demektir.


Bugün bir taraftan birileri toparlamaya çalışırken diğer taraftan toparlananın etkinliğini sağlamadığı müddetçe 2 ileri 5 geri devam eder bu gidişat!


Ekonomik sorunlar üzerinden baktıkça değişen hiçbir şey olmayacak,


Ekonominin sorunlarına neden olanları ortadan kaldırarak yol gittikçe işte o vakit gerçek ve kalıcı değişim toplumsal refahı da arttırır,


Ekonomiyi de güçlendirir,


Yoksa o okul arkadaşını genel müdür yapar,


Diğeri yeğenini başkan yapar,


Bir diğeri kuzenini müdür yapar,


Öteki adamını bir yerlere taşır,


Dirsek çürüterek mecburiyetten çalışanlarda buldukları ilk fırsatta çocuklarının ülkeden gitmesinin yolunu arar!


Öyle işte,


Bir Türkiye var yaşadığınız,


Bir de Türkiye var gördüğümüz…







4 Temmuz 2023 Salı

Ölüm gideceğimiz ve bizi çeken bir girdap, Yaşam ise kalmak, tutunmak istediğimiz bir dal,

 Yaşam ve Ölüm

Yaşam tutunmak istediğimiz ölüm ise bizi çeken.

Brüksel'de bugün Wiertz müzesini ziyaret ederek ölüm ve yaşam arasındaki melankolik ruh halinin yansımasının içinde kaybolduk.

Hangi insan eserinde kendisini bir iskelet olarak görür,

Bir tarafta kendisi karşısında ise yansıması adeta bir iskelet,

Ne olduğunu,

Ne de olacağını unutmamak!

Özünde bir iskelet olmak her birimizin ortak sonu,

Resimlerin dili olsa kim bilir neler anlatırlar!

Bir roman okurken mesela hikayeyi okudukça anlıyorsun,

Ya da bir beste dinlediğinde sözcüklerin müzik ile birleşmesiyle duyguyu yakalıyorsun,

Resim ise her bakanın başka bir anlam çıkarabileceği soyut bir gerçekliğe sahip.

Senin gördüğünü bir başkası görmüyor,

Başkasının gördüğünü ise sen...

Gördüklerin ise hangi ruh haliyle o resme yansıdı işte onu hiçbir zaman bilmiyorsun.

Neler yaşadı,

Nasıl bir psikolojiyle ömrünü resim yaparak geçirdi,

Yaptığı her resimde anlatmak istedikleri neydi,

Koca bir bilinmeyenin içinde kaybolarak bulmaca çözmek gibi,

İpuçları var ama gerçekliği senin yakaman gerekiyor,

Mesela herkesin bir kadın olarak gördüğünü sen çizenin hayalindeki mi yoksa hayatındaki kadın mı olduğunu ve çizilenin çizildiğinden haberi olup olmadığını dahi bilmiyorsun,

Acaba çizdiği kadının dünyaca bilinen ve asırlar boyunca insanların hayranlık duyacağı bir eserin parçası olacağını bilse çizer miydi?

Sanat zaten böyle bir şey,

Karşılık beklemiyorsun,

Üretiyorsun,

Sonra belki sen yaşarken ama çoğu zamanda sen görmeden pahabiçilemez bir noktaya ulaşıyor,

Ve, eserin sahibi olan senden bile daha çok tanınıyor.

Wiertz'in,

Van Gogh'un,

Picasso'nun,

Warhol'un,

Vermeer'in fiziksel görünümüne dair bir fikrimiz çoğu zaman olmuyor,

Çünkü sanatları gerçekliğe ulaştırıyor ve asıl değer verilmesi gerekeni öğretiyor,

Fiziksel değerlilik çok hızlı tükenirken duygusal değerlilik hiçbir zaman tükenmiyor.

Her birimiz yaşamdan geçiyoruz,

Ve, geçerken görünenle hiçbir iz bırakmamız mümkün değilken üreterek iz bırakmak tek yol.

Derinliği yakalamak için okumak,

Gezmek,

Görmek,

Öğrenmek,

Ve, en önemlisi merak duygusuna sahip olmak gerekiyor.

Merak etmeden üreten hiç insan görmedim,

Zaten merak duygusu olmayana,

Ulaşılmaza taşırken,

Merak yoksunluğu ise kibir ve ego ile kendi kendini beğenmişlik ve tüketmeye götürüyor.

Ölüm gideceğimiz ve bizi çeken bir girdap,

Yaşam ise kalmak, tutunmak istediğimiz bir dal,

Her halükarda girdap yutacak her birimizi,

Yutana kadar iz bırakmak için mücadele etmek gerek,

Olduğun yerden,

Emek vermeden mümkün değil bu...


Wiertz bugün tanıştık ve ben memnun oldum.


Şimdi ile gelecek arasında kurduğun bağlantıyı okudum.

O bağlantı ile yol alırken seni de hikayeme ekledim...


30 Haziran 2023 Cuma

Her şeyi bilen değil, Bilmediğini bilen olacaksın!

Ey Oğul Atlasko!


Korku duvarını kıracaksın,


Değişimin bekleyerek gelmeyeceğini bileceksin,


Oturduğun yerden kendini mükemmel görerek zamanın gerisinde kaldığının farkında olacaksın,


Dünyanın içinde olduğun evden ibaret olmadığını bileceksin,


Öğrenmeye karşı bir açlığın olacak,


Karnın doyduğunda yeter diyorsun ya,


Beynin hiçbir zaman doyum hissine ulaşmayacak,


Ulaştığını düşünerek kendini kandırmayacaksın,


Vazgeçmek nedir bileceksin!


Herkesin olmak istediği noktada olsan dahi,


Öğrenme sürecin devam etmiyorsa,


Ne varsa kestirip atacaksın,


Dönüp arkana bakmadan beyninin açlık hissini yaşayacağı yollara çıkacaksın,


Her gün yaptığını tekrar edip durmayacaksın,


Kimsenin seni anlamasıyla meşgul olmayacaksın,


Sen açlığının peşinden giderken,


Zaten bir yerlerde anlaşılacaksın,


Anlaşılmakla uğraşarak sürüye ayak uydurup cesaretini kaybetmeyeceksin,


Korku bir duvardır,


Duvarı yıkanların her zaman öğrenme açlığı olanlar olduğunu bileceksin,


Zamanın kıymetini bileceksin,


Senden önce kıymetini bilenler sayesinde dünyadaki gelişimin devam ettiğini unutmayacaksın,


Herkesin zamanın değerini bilmesinin mümkün olmadığının da farkında olacaksın,


Yağmur istiyorsan yağmurun yağmasını beklemeyeceksin,


Yağdığı yere sen gideceksin,


Kar istiyorsan mevsimin kışa dönmesini beklemeyeceksin,


Olduğu yere sen gideceksin,


Bekleyerek geçen zamanın aslında senin en büyük zenginliğin olduğunun farkında olacaksın,


Çok iyi konuşmana gerek yok,


Her dilden iletişim kuracak kadar öğreneceksin,


Konuştukça da öğrendiklerinin sendeki değişimin öncüsü olduğunu göreceksin,


Bulunduğun yerden ağlayıp sızlanmayacaksın,


Hani ağlayıp sızlananlardan da uzak duracaksın,


Kendi bataklıklarına seni de çekmekten öteye geçemeyenlere müsaade etmeyeceksin!


Uzaktan bakıp yorum yapanlara kulak tıkayacaksın,


Zor olanı nasıl aşacağını her seferinde yaşayarak öğrendiğinden kimin ne dediğiyle değil,


Kendinin ne dediğine bakacaksın!


Harekete geçmek için koltuk bekleyenlerin dünyasına hiç girmeyeceksin,


En büyük koltuğun zaten zamanın içinde soluk aldığın an olduğunu bileceksin,


Koltuk gelir mi gelmez mi bilinmez,


İhtimali beklerken enerjini tüketmeyeceksin!


Ne istediğini bileceksin,


İstediğini bildikten sonra da kararlı olacaksın,


Ne iş yaptığının bir önemi yok,


En iyisi sen olacaksın,


En iyiye ulaştım diye doyuma ulaşmayacaksın,


Her şeyi sıfırlayıp yeniden başlamayı bileceksin,


İnsanı diri tutanın açlık hissi olduğunu hiç unutmayacaksın,


Her gece yastığa başını koyduğunda bugün ne öğrendim diye soracaksın kendine,


Öğrendiğin bir şey yoksa,


Sen uyurken günün sabahleyin çöp arabasına yüklenip gideceğinin farkında olacaksın,


Çöp olup giden bir günün verdiği duyguyu hissedeceksin!


Mükemmel olmadığını hiçbir zamanda olamayacağının hep farkında olacaksın,


Her şeyi bilen değil,


Bilmediğini bilen olacaksın! 


Senden sonrasına ise bırakacağın tek bir miras olacak,


Korku duvarını yıkmak!




1 Nisan 2023 Cumartesi

Sen de Lo Bırak Be!

Lo bırak be!


Dedim anayasa dedi nerede?


Dedim vatandaşsın dedi defterder!


Dedim hak adalet!


Dedi lo bırak be!


Dedim Rençber Aziz!


Dedi tanırım!


Dedim toprağı yok!


Dedi bilirim!


Dedim vetan için!


Dedi ölürüm!


Hiçbiri bana ait değil bu sözlerin,


Çocukluğumun kulağımda kalan sözcüklerinden!


Bizim oralardan olanlar bilir cümleleri,


Bilir bu sözcükleri peşi sıra dizenleri,


En çok da bu yüzden ağzımızda sakız olmuştur lo bırak be!


Esiriyim sözcüklerin,


Seviyorum ipe boncuk dizer gibi sözcükleri kullanmayı,


Her seferinde yeni bir tespih yapıyormuşum gibi geliyor,


Hiçbirinin taşları birbirine benzemiyor,


En çok da bu yüzden sözcüklerden oluşan bir koleksiyon yapıyorum.


Biliyorum,


Bunalımdasın,


Ne içindekini yaşayabiliyorsun,


Ne de dışındaki olabiliyorsun,


Her gün aynı noktadan gökyüzüne baktığın için başka bir yerde gökyüzü yok diye düşünüyorsun,


Sanki bir an uzaklaşsan yerini bir başkası kapacak ve bir daha gökyüzünü göremeyecekmişsin gibi geliyor,


Kaderimiz buymuş bizim diyorsun,


Ne yapalım Allah böyle yazmış diyerek kendini kandırıyorsun,


Allah’ı neden karıştırır insan her seferinde anlamak zor,


Kararları veren sen,


Tercihleri yapan sen,


Cesaret göstermeyen,


Her gün aynı noktadan gökyüzüne bakan,


Bir adım bile atmaktan üşenen,


Dayatılana boyun eğen,


Kendini yaşama kapatan sen!


Ama kaderi yazan Allah!


Lo bırak be!


Kader diyerek sürekli sığınak arayanın bakacak bir gökyüzü olmaz,


Baksa bile gördüğünün farkını ayırt edemez!


Mesela sen bulunduğun yerde fark edilmeyi beklerken,


Belki de asıl fark edileceğin yer hiçbir zaman bulunduğun yer olmadığı için fark edilmiyorsundur,


Tek bir defa yerini değiştirdiğinde fark edileceğini bilsen,


Sürekli olarak aynı noktada zıplayıp ben buradayım demek,


Peki ya aslında meselenin oraya bakan kimsenin olmadığını görmemek!


Mükemmel zannettiklerinin özünde mükemmel olmadığını ve seninle aralarındaki temel farkın bulundukları yeri değiştirmek olduğunu gördüğün an değişim sarmalının içine giriyorsun,


Aramakla hiçbir şey bulamazsın!


Sen kendini geliştir,


Kendin için emek ver,


Aradığın ne varsa zaten hepsi seni bulur!


Hayattaki en büyük mahkumiyet vazgeçememektir!


Vazgeçmeyi becereceksin!


Bu işi bırakırsam ne olur,


Bu itirazı yaparsam ne olur,


Eşimi bırakırsam ne olur,


Ülkeden ayrılırsam,


Şehrimi değiştirirsem,


Sürekli olarak ne olur sorusunu yaşamak yerine önce emin olacaksın,


Engel olarak gördüğün ne varsa onlar olmasa da hiçbir değişen olmazdı!


Çünkü en büyük engel kişinin kendisidir!


Çocuğum olmasa şunu yapardım,


Annem babam karışmasa neler yapardım neler,


Evli olmasam var ya!


Hiçbir şey değişmezdi!


Engel sensin,


Senden başkası değil…


Zihin yapısı enteresandır insan evladının!


Sığınaklara tutunarak kendini uyutma özelliğine sahiptir!


Afyona ihtiyacı yoktur insanın,


Kendi kendisini uyuşturan bir varlık özelliğine sahip olması teslimiyetçi olmasının temelinde yatandır!


Asıl teslim olması gerekene teslim olanın yaşama dair sığınak arayışı yoktur,


Ne olacak,


Senin olan kaybetmemen gereken tek gücün zamanken,


Zamanı kaybedeceksin,


Ve, zamanın dışındakilere kendini hapsedeceksin!


Dünya anlaşılmadan yaşanacak bir hayat değildir,


Önce anlayacaksın,


Anladığını anlamlandıracaksın,


Anlamlandırdığını yaşayacaksın!


Her gün aynı insanlarla aynı sohbetleri etmek sıkıcı değil mi?


Yerini bir terk et,


Şöyle bir uzaklaş,


Aradan 10 yıl geçsin,


Sonra ayrıldığın yere geri dön,


Değişen hiçbir şey olmadığını yerinde kalanların esprilerinin,


Dedikodularının,


Sohbetlerinin konusu bile değişmez!


Sen, oradan ayrılmadığın müddetçe o değişmeyenin içinde sende olacaksın!


Haydi bir soluk al!


Bu gece bu kadar yeter,


Ben biraz daha yerimi değiştirip Flemenkçe çalışmaya devam etmeliyim,


Yerimi değiştirdiğim için tanıştığım insanlarla daha çok sohbet etmek için hiç tanımadığım sokaklarla ve o sokakların insanlarıyla tanış olmak istiyorum!

Sen de Lo Bırak Be!


31 Mart 2023 Cuma

Siyasetin çirkin yüzüyle karşılaşmak mı yoksa Van Gogh’un pahabiçilemez yüzüyle mi?

Kimliği olan sokaklarda yaşamak,


Geçmişi bugüne taşıyan binaların arasında gezinmek,


Her sabah uyandığımda karşılaştığım manzaradaki binanın önünde bir tabela,


Van Gogh bu binada çalıştı cümlesiyle güne başlamak,


Sonra zamanın içinde yolculuğa çıkarak o ana gitmek ve ruh halini hissetmek,


Çocuklarımızın en büyük eksiliği kimliği olmayan sokak ve caddelerde büyümek zorunda kalmaları,


Bir asır önceki şehrin fotoğrafıyla şimdiki resmini bir araya koyduğunuzda gördüğünüz benzerlikler şehirlerin kimliğini oluşturur,


Kendi kulağını kesen,


Ve, kulağını kestiğini hatırlamayan,


Hayatının en üretken dönemlerinde bile anlaşılamayan,


Akıl hastanesinde yatan,


Kullandığı renklerle ve çizgileriyle anlaşılmak için mücadele eden,


Kardeşine tam 650 adet mektup yazan, 


Yazdığı her mektupla ruhsal yaşadığı durumu anlatan,


Âşık olduğu kadının aslında bir başkasıyla nişanlı olduğunu öğrendiğinde çöken,


Akıl hastanesindeki doktorunun çizdiği portresini hediye ettikten sonra doktorunun değer vermediği ama yıllar sonra 50 Milyon Dolara satılan tablosunun pahabiçilemezliğini göremeyen Van Gogh…


Kendisiyle aynı ismi taşıyan ve kendisinden sadece 6 ay sonra vefat etmiş olan kardeşi Theo oğluna abisinin ismini vererek belki de bu büyük mirasın asırlar sonrasında hak ettiği değere ulaşmasını sağladı.


Van Gogh’u kaybetmenin üzüntüsüne dayanamayan Theo’nun oğlu küçük Van Gogh’un mirasçı olduğu,


Yaşamı boyunca çabaladığı,


Ve, bugün Hollanda’da yer alan müzenin kurulmasıyla tarihin içindeki renklerin dokunuşları bugün bütün insanlık için hala pahabiçilmez bir şekilde yolcuğuna devam ediyor.


Fırçasını her tualle buluşturduğundaki bıraktığı renkler,

Sıçrattığı dokunuşlar,


Melankoliyi en dibine kadar yaşayan ruh hali,


Bazen kendi canını bile acıtacak kadar içindeki ruhsal dünyayla mücadele eden Van Gogh,


Tam bir yıldır yaşadığım evin tam karşısında çalışmış,


Her sabah geçtiği sokaklardan geçiyorum,


Yürüdüğü yolları adımlıyorum,


Sonra Atlas’ı alıyorum,


Ve, etkileyenlerin arasından birlikte koşturuyoruz,


Koca bir asır önce çalıştığı bina bugün hala aynı renkleriyle ve doğallığıyla çalışanlarını ağırlamaya devam ediyor,


İçeriye giren insanların her sabah karşılayanı olan resmiyle ürettiklerinin bir yansıması olarak insanları selamlıyor.


İntihar eden ve ettiği intiharın ardından ölmediği için kliniğe kadar kendi giden,


Klinikte yeterli teknik ekipman ve doktor olmadığı için tedavisi gerçekleştirilemeyen Van Gogh,


Saatler sonra yaşama veda ederken,


Kendini kaptırarak çizdiği resimlerin her birinin bu kadar pahabiçilmez olacağını bilse acaba aynı sonla mı yaşama veda etmek isterdi…


Kimliği olan şehirlerin sokaklarında çocuklar ile bizim çocukların arasındaki fark nedir derseniz?


Biz, şehirlerin, sokakların, mahallelerin, köylerin kimliklerini kaybetmelerini sağlayarak büyüdüğümüzü zannettik,


Ama aslında büyürken küçüldük…


Her sabah evinden çıktığında nasıl bir sokak ve şehirle karşılaşırsa çocuk ona göre şekillenir!


Bizim sokaklarımızda siyaset,


Çarpık kentleşme 


İmar rantlarının bir yansıması olarak sürekli yükselen gökdelenler,


Her ay neredeyse bir başka firmaya kazanç sağlamak için sökülüp takılan kaldırımlar,


Bitmek bilmeyen alt yapı çalışmaları,


Her yağmur yağdığında sökülen ve sonra yeniden yapılması gereken yollar,


Birbirine benzeyen kamu binaları,


Hiçbir kültürel özelliği olmayan gelişigüzel yapılmış okullar var.


Söze başlayınca öyle bir tarih anlatıyorlar ki,


Sonra bir yürümeye başlıyorsun,


Anlatılan tüm tarihi söküp atan ve yenisini yaparken de sürekli olarak tüketen bir şehirleşme görüyorsun.


Sonra bizim çocukların sanata, müziğe, bilime ve üretime olan ilgisinin olmasını bekliyorsun,


Her gün binlerce yetenekli çocuk yeteneklerinin bile farkına varmadan çocuk oluyor,


Binlerce çocuk genç,


Binlerce genç yetişkin,


Ve, binlercesi de kendine dair hiçbir şeyi fark etmeden yaşamdan ayrılıyor.


Tam 100 önceki resimleri bir kenara koyun,


Sonra da bugünün resimlerini bir karşılaştırın,


Hangi şehirde yaşıyorsanız şöyle bir internet taraması ile bakın,


Göreceksiniz çocukların gündemlerini belirleyenlerin şehirlerin kimliklerine dair tükettiklerini,


Van Gogh’un koca bir asır önce çalıştığı binanın önünden geçiyorum,


Sonra etkileyenlerini herkes gibi selamlıyor,


Ve, yoluma devam ediyorum….


Bazen soruyorlar neden gittin diye?


Aslında daha fazla tükenmemek için ve kendi tükenmişliğimi de çocuğuma miras bırakmamak için gittim!


Her sabah sokağa çıktığında siyasetin çirkin yüzüyle mi karşılaşmak yoksa Van Gogh’un pahabiçilemez yüzüyle mi…


Türkiye kendi tercihini yapmak zorunda,


Çocukların neyle karşılaşması gerektiğine siz karar vereceksiniz,


Sonra da o çocukların hiç birinden şikayet etmeyeceksiniz!





26 Şubat 2023 Pazar

Sonbahar yaprakları gibi dökülüyoruz bir bir!

Sonbahar yaprakları gibi dökülüyoruz bir bir!


Esen rüzgarla birlikte savruluyoruz dört bir yana,


Kurumuş yapraklar,


Üzerimize basan ayaklar,


Çatırdıyoruz her birimiz,


Kalplerimiz kırılıyordu eskiden,


Öfkeleniyorduk eskiden atıyorduk içimize,


Susuyorduk,


Acısa da canımız üzerimize basan ayakların duydukları keyfin karşısında sesimizi çıkarmıyorduk,


Kırılan kalplerin yerini önce kaburgalarımız, kemiklerimiz aldı!


Sonra da yerini tüm bedenimiz ve parçalanmak,


Kırılmak derken yok olmaya başladık!


Kim toplayacak şimdi sonbahar yaprakları gibi dört bir yana savrulmuş her birimizi,


Kim yeşertecek yeniden 100 yıllık çınar ağacını?


Bir gece yaprak dökümünün yerini gövdesinden kopan ağaçlar aldı!


Sayılan 50 bin ağaç,


Sayılmayan daha kim bilir kaç ağaç bir anda yok oldu ormandan!


Çok şey istemedik be sizden!


Basit şeyler istedik,


Biz birbiriyle mücadele etmekten yorulmuş her acıyı yaşamış bir neslin çocuklarıyız dedik!


Sizin yaşadığınız ayrılıkları,


Karmaşayı,


Çöküşleri,


Darbeleri,


Yıkımları biz yaşamak istemiyoruz!


Alın ülkeyi yönetin ne yapacaksanız yapın ama bize yaşattıklarınızı yaşatmayın dedik.


Ne istedik sizden,


Dünya çocuklarıyla rekabet etmek için imkan, 


Liyakat,


Hakkaniyet,


Ve, adil bir düzen içerisinde erişebilirlik istedik!


Akademisyenin çocuğu akademisyen olmasın,


Siyasetçinin çocuğu siyasetçi olmasın,


Bakanın eşi bakanlık yapmasın,


Onun çocuğu babası devleti yönetiyor diye devletin imkanlarını kullanma hakkını kendinde bulmasın istedik!


Bir dünya var dedik,


Yıl olarak hepimiz dünya üzerinde 2023 yılını takvimlerde görüyor olabiliriz ama her ülke takvim yılında 2023 yılını yaşamıyor,


Bırakın çıkalım bu 1800’lü yıllardan,


Çağı yakalayalım dedik!


İnşaat ekonomisiyle Türkiye büyümüyor,


İnşa ekonomisi gerekiyor,


Herkes okul binası yapar,


Mesele okulun içindeki eğitim sistemini inşa etmek,


Herkes yol yapar,


Mesele yolun üstünde giden arabayı yapmak,


Herkes havalimanı yapar,


Mesele havalimanına inip kalkan uçağı yapmak,


Herkes hastane binası yapar,


Mesele hastanenin içindeki teknolojiyi ve kullanılan tıbbi ilaçları üretmek dedik!


Biz, inşa dedik,


Siz, inşaat dediniz!


Bir günde çöktü inşaatlar,


Daha duracak mı zannediyorsunuz!


Durmayacak!


Çünkü inşaat ekonomisiyle atılan her adım felakete sürükler!


Her şeyi bilen insanlar değiliz,


Bilmek zorunda da değiliz,


Siz de bilmeyin kardeşim,


İhtisas sahibi olanlarla yol gidelim dedik!


Elimizde proje dosyaları kapı kapı dolaştık,


Belki bir kişinin daha yaşamına dokunabiliriz diye günlerce kendimizi anlattık,


Ne oldu,


Siyaset kurumundan gelen tek bir telefona projeleri teslim ettiniz!


Ne oldu üreten beyinleri bir bir küstürdünüz!


Eline ok alıp gaza niyetine ok atanları,


Seçim kaybedenleri,


Aday yapılmayanları,


Yakın olanları bir yerlere taşıyarak sistem kurabileceğinizi düşündünüz,


Her atama beraberinde kurumsal çöküş getirdi!


Şimdi kalkmış gözümüzün önünde yatan resmi rakamlara göre 50 bin kişi yatarken,


Tribünlerde atılan birkaç istifa sloganı sonrasında maçların seyircisiz olması gerektiğini söylüyorsunuz!


Ne olacak maçlar sessiz olsa ne olacak,


Gözümüzün önünde duran gerçekler kayıp mı olacak?


Ya da toprağın altındaki 50 bin kişi yerinden mi kalkacak?


Gerçeklikten uzaklaştıkça her seferinde daha korkunç bir senaryo yaşıyor coğrafya!


Bugün tam 1 yıl oldu ben Türkiye’den ayrılalı!


Ne yaptı Bölgesel kurumlarınız!


Neyi becerdi?


Neyi değiştirdi?


İstisnai kadrodan 6400 ek gösterge verdikleriniz tek bir yeni proje hayata geçirebildi mi?


Geçiremezler!


Yapamazlar!


AFAD gibi kurumların hepsi!


Çekirdekten yetişmeden yönetici olanın kurumları anlama şansı yoktur.


Türkiye Devlet Planlama Teşkilatı kapatıldıktan sonra neden bu kadar etkilendi!


Çünkü DPT kendi içinde kurumsal kültürü oluşmuş liyakati koruyan bir yapıydı!


Onlarca kurum açıldı,


Onlarca kurum kapatıldı,


Hiçbirinin kapatılması bu kadar büyük etki oluşturmadı neden biliyor musunuz?


Çünkü rol model kurumsal yapı yok oldu!


Bir daha iktidar olunca ne yapacaksınız?


Ya da her koltuk sizin olsa ne yapacaksınız?


Ne kadar yaşayacaksınız?


Bugün sorumluluk sahibi insanların her biri öldükten sonra depremde ölenlerin her birinin ayrı ayrı hesabını vermeyecekler mi?


Allah’ı dilden düşürmemekle olmuyor!


Allah’ı kalpte yaşamak zihinde hissetmek gerekiyor.


İnsanlar günlerdir soğuğun altında,


Çadırlarda yaşıyor,


Yahu çadır versek ne olur vermesek ne olur?


Hangi çadır korur bu soğukta o insanları!


Bölgede GAP İdareniz yok mu sizin?


Bölge Kalkınma İdaresi değil mi?


Sahi ya 1 Nisan’a kadar mesaiye ara vermişsiniz,


Zaten yok ki!


Bir planlama yapmak,


Bölgede şu geçen 20 günde 5 tane konteynır prefabrik ev yapmak için fabrika kurmak bu kadar mı zor?


Şimdiye fabrikalar kurulmuştu,


Yerinde üretim yapılıyordu,


Ve, her gün üretilenler insanlara tahsis ediliyordu!


Kızılay’ın logosuz çadırları sattık diye savunma yaptığı bir ortam da hangi kurumsallık,


Ve, hangi kurumsal kültür?


Sakın koltukta oturanlar için gecenin bu saatinde kağıdı kaleme dokundurduğumu düşünmeyin,


Benim derdim Anadolu’nun insanları…


Ne lanet bir siyaset ve koltuk sevdası varmış ülkede,


Biraz vazgeçmeyi bilin,


Benimle uğraşmak istediler,


Cahil beyinleri, üretemeyen kapasiteleri ile hayatımı elimden çalmaya çalıştılar,


Yok Eywallahım yok dedim,


Bir günde çıktım ülkeden,


Zannediyorlar ki bütün dünya kendilerinin,


Yahu ben içimdeki memleket sevgisinin zekatını versem hepinizi boğar,


Ama yok hemen etiket vurarak şucu bucu diyerek insanları karalayarak algı yönetmeyi alışkanlık haline getirmişsiniz,


Yok kardeşim yok!


Siz hep bir şeyci oldunuz,


Siz, bir şeyci olduklarınızı red ederek yol değiştirip, 


Gömlekler değiştirdiniz,


Ama biz sizin giydiğiniz gömleklerin hiçbirini giymedik,


Üretelim istedik.


Hanginizin hangi köşede neler yaptığını anlatsam buradan bilmem nereye yol olur!


Sizinle uğraşmak gibi bir derdim yok!


Zaten birbiriyle uğraşanlar yüzünden yaşamıyor muyuz bu günleri!


Sonbahar yaprakları gibi savrulduk dört bir yana,


Önce kalbimiz parçalandı,


Sonra bedenlerimiz,


Kim getirecek bu memlekete baharı,


Kim getirecek bu memlekete yeniden kavuşmayı,


Her gün daha çok tiksinti duyduklarımızın arasında,


Meselemiz futbol maçları seyircili mi oynansın yoksa seyircisiz mi?


Tartışmaya devam!


14 Şubat 2023 Salı

Gaza niyetine ok atanlarla bilim ve akıl doğrultusunda gerçekleri savunanlar arasındaki ince bir yol ayrımından geçiyoruz!

Ben, Hatay,


Ben, Kahramanmaraş,


Ben, Gaziantep,


Elbistan,


Pazarcık,


Malatya,


Diyarbakır,


Elazığ,


Ben, Osmaniye,


Antakya’yım…


21. yüzyılda Cumhuriyetin 100. yılında toplu bir mezarlık oldum.


Çığlık çığlığa bir coğrafya kıyametini yaşadı.


İnsanlar ölümün kendine bir an önce gelmesi için belki de sert esen soğuğa karşı yalvardı,


Arada mucizeler bir bir gösterdi kendini,


Mucizenin çok daha ötesinde ölmemesi gerekenlerin olması için yapılması gerekenler maalesef yapılmadı.


Biz, suçlu değiliz!


Ne Hatay suçlu,


Ne de Kahramanmaraş,


Biz, suçlu değiliz!


Suçlu sizsiniz inşaat yapılmaması gereken yerlere inşaat yapanlar,


İstenilen kalitede beton ve demir kullanmayanlar,


Yeterli temel derinliğini kazmayanlar,


Uygun olmayan inşaatlara ruhsat verenler,


Yüksek kat izinlerine müsaade edenler,


Rezidans adı altında lüks mezarlıkların yapılmasına müsaade edenler,


Liyakatsizce yaptığınız atamalarla gaza niyetine ok atanı daire başkanı yapanlar,


İhtisas sahibi olmayanı en üst düzey yönetici yapanlar,


Çığlıkları duymayanlar,


İnsanların çığlıklarına kulak tıkayarak hala önümüzdeki seçim nasıl olacak,


Koltuğumuzu nasıl koruyacağız,


Ya da koltuğa nasıl ben otururum hesabı yapanlar…


Gurur duyun oturduğunuz koltuklarla,


Gurur duyun!


Bütün koltukları size bırakıp gitmiş olmanın verdiği duygu yoğunluğu ile günlerdir izliyorum.


Ben, Gaziantep,


Ben, Elbistan,


Ben, Samandağıyım…


Biz bu ölümlerin hiçbirinin sorumlusu değiliz,


Ne kader deyin,


Ne de bir sığınak arayın,


Kendi yaptıklarınızın sonuçlarını yaşıyorsunuz,


Değer miydi?


Şimdilik 35 Bin olan sayı muhtemelen çok daha yukarılara doğru gidecek!


Haritadan silinen şehirler,


Haritadan silinen insanlar,


Dün birbirini sokakta görürken selamlaşan insanlar bir daha belki tanıdıkları yüzleri göremeyecekler!


Siyasetin hırsının ve bitmek bilmek bilmeyen mücadelesinin sonuçlarını bir millet daha fazla nasıl yaşayabilir!


Kim sorumlu?


İnşaatları yapan müteahhitler mi?


Sakın!


İnşaatı yapan da suç aramayın,


Öncelikle yaptıran da arayın,


Yaptıran izin vermedikten sonra nasıl yakabilir ki o müteahhit!


Üzeri örtülenler olmasa bugün yaşananlar olmazdı!


Örttükçe üzerini her seferinde daha korkuncu buluyor bizi!


AFAD merkez teşkilatı çöktü,


AFAD’ı ayakta tutan ise taşradaki çekirdekten yetişme aktörler ve onların sahada bugünü görerek yetiştirdikleri gönüllüleri oldu.


Cezmi Müdür mesela topladı gitti tüm gönüllüleri günlerce maaş karşılığı değil gönül karşılığı çalışanlarla verdi mücadeleyi,


Merkez çekirdekten gelenlerden oluşmadığı için ne bu ruhu anladı ne de bu ruhun kıymetini…


Depremlerin en büyük aktörü AKUT duydunuz mu bu ismi bu depremde?


Eskiden gündemi belirleyen AKUT’tu?


Ne yaptı Nasuh?


Everest’e çıkan ilk Türk ne yaptı size,


Nasuh olması gerekirken AFAD’ın başında asli başlattığı işten kilometrelerce uzağa itildi,


Ne kazandınız?


Ne elde ettiniz?


Kurumların içini boşalttınız,


Karaman’a Belediye Başkan adayı yaptığınızı seçim kaybetti diye yer bulalım diye Bölge Kalkınma İdaresine atadınız,


Yetmedi çok büyük başarılar elde etmiş gibi oradan TSE’nin başına verdiniz,


Sokaktan geçeni Belediye’de özel kalem müdürü kadroları vererek 6400 ek göstergelerle Başkanlıklara getirdiniz,


Kurumları tanımayanlarla kurumları yönetmeye kalkınca gaza niyetine ok atanlar çıktı ortaya,


Çöktü işte sistem tablo ortada!


Gökyüzünden meteor düşse,


Yer yüzünden değil 7 10 şiddetinde deprem olsa devam etmesi gereken eğitime yine ara verdiniz!


Deprem öldürmüyor,


Cehalet öldürüyor,


Cahil olan toplum değil cahil olan eğitime ara verme kararı alan ya da aldıranlar aslında,


KYK yurtlarını tahsis etmek,


Hangi parlak zeka verdi bu fikri gerçekten merak ediyorum,


Gençlerin eğitiminin devam etmesi gereken yerde,


Türkiye’de bugün var 1 milyona yakın karavan ver bir karar tüm karavanlar konteynırlar bir günde yığılsın bölgeye,


Yok!


Ben, Pazarcık,


Ben, Şanlıurfa, 


Ben, Antakya,


Biz, almadık hiçbirinizin canınızı suçlamayın bizi,


Siz, kendi kendinize yaptınız diyor Anadolu’nun şehirleri duyuyor musunuz?


Sesimi duyan var mı diyorlar!


Ne yapalım!


Susalım,


Hiçbirimiz hiçbir şey demeyelim,


Gaza niyetine ok atanlardan depremlerde bizi kurtarmalarını mı bekleyelim!


Tüm yaşananlar az gibi bir de üzerine deprem felaketi,


Bir dakika bir durun,


Düşünün,


Yazık dünyanın en güzel coğrafyasının en güzel insanlarına yazık,


Dünyanın hiçbir yerinde böyle birbirine kenetlenen insanlar bulamazsınız,


Kendi kendine ayakta kalmak için mücadele eden insanların emek veren çabasına saygı gösterin!


Bir yanım uyumak istiyor,


Bir yanım uyanmak,


Ne uyuyorum aslında,


Ne de uyanığım…


Bir yanım susmak istiyor,


Bir yanım bağırmak,


Ne susuyorum,


Ne de bağırıyorum…


Bir yanım güneşe bakıyor,


Bir yanım aya,


Ne güneşi görüyorum,


Ne de ayı aslında…


Bir yanım yağmurda yürümek istiyor,


Bir yanım rüzgarı hissetmek,


Ne yağmuru hissediyorum,


Ne de rüzgârı…


Bir yanım gülmek istiyor,


Bir yanım ağlamak,


Ne gülmeyi becerebiliyorum,


Ne de ağlamayı!


Bir yanım sevmek istiyor,


Bir yanım terk etmek,


Ne sevebiliyorum,


Ne de terk edebiliyorum!


Bir yanım düşünmek istiyor,


Bir yanım düşüncelerden uzaklaşmak,


Ne düşünebiliyorum,


Ne de düşüncelerden uzaklaşabiliyorum!


Bir yanım üretmek istiyor,


Bir yanım tüketmek,


Ne üretebiliyorum,


Ne de tüketebiliyorum!


Kim miyim ben?


Senim,


Ve, arada git geller ile zamanı tüketenden başkası değilim!


Sürekli bir gel git hali,


İçindeki enerjiyi tam harekete geçireceksin,


O an tam da harekete geçtiğin anda her seferinde şiddetli bir fırtına kopuyor,


Tam da başladığın noktaya,


En başına geri dönüyorsun,


Sürekli içinde yaşadığından dolayı da sadece sana ait bir durum zannediyorsun,


Ah bir öyle olmadığını bilsen,


Değil!


Senin kaderin değil bu durum,


İçinde yaşadığın için herkes gibi aynı döngünün içine hapsoluyorsun,


Bir insanın en büyük sağlık sorunu ne olabilir?


Kanser mi?


Diş ağrısı?


Migren?


Timor?


Vardır elbet her birinin kendisine ait bir ağır süreci,


Hiçbirinin aslında psikolojinin yanında bir değeri yok biliyor musun?


İçinde yaşadığın gelgitlerin seni sürüklediği sürecin sorumlusu sen değilsin!


Hiçbir zaman da olmadın.


Doğru bir coğrafyada doğdun ama doğru bir yönetim şekli hiçbir vakit seni bulmadı.


Doğru bir okula gittin ama doğru bir eğitim sistemi seni hiç bulmadı.


Doğru bir evde doğdun ama doğru bir ebeveyn eğitim süreci yaşamadın.


Doğru bir mahallede geçti çocukluğun ama doğru bir akran eğitimi almadın.


Doğru bir sınıfta okudun ama doğru bir rekabet sistemi yoktu.


Doğru dersleri aldın ama doğru bir öğretim şekli yoktu.


Doğruların içindeki yanlışların etkisini yaşıyoruz.


Doğru bir zamanda doğdun ama doğru bir şekilde zamanı yaşayamadın.


Umudun tükendiği noktada hep birlikte ayağa kalkmak zorundayız!


İnşa edilmesi gereken tam 10 şehrimiz var ilk etapta,


Bir daha böyle bir acı yaşamamak için hep birlikte gerçeklerle yüzleşerek artık yanlışları yapanları kutsallaştırmadan yolumuza devam etmek zorundayız.


Yanlışları kutsallaştıranları bloklayıp geçeceğiz,


Doğruların üzerine toprağın altında bıraktıklarımızın yaşanmamış hayatlarının hatırına yeni bir Anadolu inşa edeceğiz.


Zorundayız!


İnşa etmek zorundayız!


Gaza niyetine ok atanlarla bilim ve akıl doğrultusunda gerçekleri savunanlar arasındaki ince bir yol ayrımından geçiyoruz,


Hep birlikte ya toprağın altındakilerin hatırına çocuklarımızı kurtaracağız,


Ya da hep birlikte çocuklarımızla birlikte onları bulan sonun bizi bulmasını bekleyeceğiz…


Ver kararını,


Ve, geç harekete kardeşim!