31 Temmuz 2022 Pazar

AK Parti ve Bir Çöküş...

Uzak çok uzak görünüyordu kimse 2002 yılında iktidara geldiğinde AK Parti’nin Cumhuriyetin 100. yılına iktidar olarak gireceğini düşünmüyordu.


İlk defa 2004 yılında Herkese Kitap Projesini yürütürken Bingöl’de yüz yüze görmüştüm Tayyip Erdoğan’ı,


20’li yaşlarıma yaklaşırken Türkiye’nin ilk Avrupa Birliği Ulusal Ajans projesinin kütüphanesini açıyordu.


Tam 21 yıl.


Tek başına iktidar olmak.


En uç noktalarda gezenlerin bile heyecanlanmasını oluşturan yaklaşım ve süreçler,


Avrupa Birliği sürecinde atılan reform adımları,


Kürt sorununa dair Cumhuriyet tarihinin başlatılan en radikal süreci,


Tabir yerindeyse boğazına kadar batmış bir milletin refah düzeyinin artarak yeniden dünyayla rekabetine katkı sunan yaklaşımlar zinciri,


Darbelerin Türkiye’sinin değişim ve dönüşümüne dair atılan adımlar.


En önemlisi Türkiye’nin ilerleme sürecinde en büyük kambura dönüşmüş Anayasanın değişimine dair atılan adımlar,


Başkanlık Sistemine geçiş!


Çocukluğumuz ve gençliğimizi yaşadığımız çok uzun bir dönemin akabinde gelinen noktada büyük bir çöküş döneminin içine kendi kendini sürükleyen bir iktidar.


Çöküşün 3 nedeni var:


1- Devletin yönetim mekanizmasındaki liyakatsizlikler

a. Eskiden var olan Bürokrata saygı dönemi bitti. Çünkü en kötü olarak tanımlanan bürokratın bile kurumsal kültür içinde veya kamu içerisinde bir yetişme süreci vardı. Şimdi sabah istisnai kadrodan özel kalem müdürlüğüne atanan ertesi gün bir bakıyorsun 4800 ek gösterge sonra da bir bakıyorsun 6400 ek göstergeyi alıyor. Buna sonra liyakat tanımlaması yapılıyor. Bunu eleştirdiğin anda ise hain ilan ediliyorsun. Liyakatsizlik karşısında ses yükseltmeyen herkes devlete karşı haindir. Bana ne kardeşim Parti hainliğinden! Bugün var olan yarın olmayacak koca dünyada kimler geldi kimler geçti. 

b. Bürokrat olmanın en iyi yolu üretmek değil yakın olmaya çalışmaktan geçiyor. Fikri olmayan adamlar fikri olanları yönetmeye çalışıyor. Sonra da buna boyun eğilmesi bekleniyor. 

c. Kamu kültürü ve üretmekten bihaber olarak yönetim mekanizmasına gelenlerin ortak özelliği ise öncelikle geldikleri kurumun işleyen yapını işlevsizleştirerek çöküşe sürüklemek oluyor. Siz hiçbir şey bilmiyorsunuz, yapmamışsınız ben mucize yönetici olarak geldim yaklaşımı. Sonrasında sistemi çökerterek çöp oluyorlar.

d. Ülkenin en değerli yetişmiş bürokratları sırf devletin bekasını partinin bekasından daha fazla düşündükleri için tüm birikimleriyle harcandı. Ya da kızak kadrolara çekilerek işlevsizleştirildi. Halbuki devletin yetiştirdiği birbirinden değerli bürokratların söyledikleri özünde sadece devleti değil AK Parti’yi de güçlendiriyordu. Çünkü toplumsal refah düzeyini arttırarak dünya ile olan rekabete katkı sunuyordu.

e. Dün Milli Eğitimde olan ertesi gün Milli Savunma alanında çalışmaya başlayabildi. Çünkü yeterlilik yerine sadakate bakıldı. Sonra kendini vazgeçilmez gören yaklaşımlar ortaya çıktı.

2- Reformcu yaklaşımlardan uzaklaşmak

a. İlk kitabımı yazdığımda yıl 2011’di. İnsan Yaşamına Dokunmak kitabında yazdığım şekliyle; devletler kendilerini güncellemek zorundadır. Maalesef kendini güncellemeyen her devlet çöküşe mahkumdur. AK Parti reformcu ekibini bilerek ya da bilmeyerek tasfiye etti. Ben, egosu ile köşe başlarını tutanlar tepe ile taban arasında bir duvar ördüler. Sadece göstermek istediklerini gösterdiler. Sosyal medyada yükselen bir ses olduğunda efendim bunlar FETÖcü, efendim bunlar PKKlı, efendim bunlar şucu bucu son trend ise Zafer Otobüsünün yolcuları diyerek asıl duyulması gerekenin üzerini örterek kendi bulundukları yerleri korumaya çalıştılar.

b. Avrupa Birliği süreci Türkiye’nin değişim ve dönüşümüyle ilgili en önemli mihenk taşlarından biriyken Avrupa Birliği Bakanlığını kurarak tüm Bakanlıkların ve politikaların yönünü şekillendiren yaklaşım bir anda bitti.

c. Demokrasi, hak ve özgürlüklerle ilgili toplumun hangi kesimine giderseniz gidin yakınır. Çünkü dertlendiğimiz her birimizin bir dönemi ya da hikayesi vardır. Tam da bu yüzden demokrasinin güçlendirilmesi için atılan her adım destek görürken gelinen noktada demokrasi herkesin çok daha dertlendiği keskin bir kılıç hamleleriyle sistemi darmadağın etti.

3- Gençlikle bağ kuramamak

a. Hiçbir döneminde güçlü bir eğitim sistemi kuramadı. Eğitim sistemini güçlendiremediği içinde gençlikle bir bağ oluşmadı. Kurduğunu zannettiği bağ da çıkar üzerine kuruluydu. İş bulma, ihale kapma yarışında olanlar çocuklarını gençlik kollarında belirli konumlara taşırken özünde milyonları temsil eden gençlerden uzaklaşıldı. Bugün düşünen ve sorgulayan hiçbir gencin ülkenin geleceğine dair fikir ortaya koymamasının temel nedeni de bu.

b. Gençliğe hep daha ilerisi için sabır tavsiye edildi ve düşünen beyinlerin inisiyatif alması ertelendi. Sabır sabır denilerek sadece kendi oturdukları koltukları kaybetme korkusu yaşadılar. Yani gençliğe hiçbir zaman güvenmediler bu yüzden gençliği kaybettiler.

c. Dünyayla rekabet etmeyi öğretmek yerine birbiriyle rekabet etmeyi gençlere öğrettiler ve bununla sadece zaman kazanıldı. Gelinen noktada birbiriyle rekabet eden nesiller dünyanın hiçbir gelişim sürecinde olmadıklarını gördükçe ne yapmaları gerektiğini bilmeyen koca bir belirsizlik içine sürüklendiler.

Bunlar öylesine yazılmış ezber cümleler değil. Her aşaması kendi yaşamımdan örneklerle somutlaştırılacak cümleler.


En cesur gördüğümüz siyasilerin ve bürokratların bile yeri geldiğinde sırf koltuğunu kaybetmemek için doğru olduğunu bildiğinin arkasında durmadığına şahitlik ettik.


5 ay oldu Brüksel’e geleli. Dönüp arkama baktığımda ve en önemlisi uzaktan çok daha net bir şekilde görerek söylüyorum. Evet AK Parti koca bir enkaz devraldı. Enkazı aldı ve yükselterek toparlarken kendi kendine yaptığı yanlış projelendirmelerle enkazı aldığından daha beter bir hale getirdi. 


Koca bir milletin ve en önemlisi boş verin milleti gençlerin ve gençlerin doğacak çocuklarının vebalini alarak geleceklerini çökerteceksiniz sonra kalkıp bana ne derseniz deyin.


Ülkenin gençliği vurmuş dibin dibine Gençlikten sorumlu Bakan her gün açtığı spor salonlarıyla ve spordan gelen madalyalarla övünüyor. 


Eğer sadece spor Bakanlığı olsaydı bir nebze olsun ülkenin bu süreci olmasa hak verirdim.


Bir milletin hayal kurma yeteneğini elinden alarak nereye gideceksiniz. 


Birbirinizi zaten alkışlamak zorundasınız. Peki birbirinizi alkışlayarak inşa ettikleriniz size huzur verecek mi?


Yeni anayasa sürecini en çok destekleyenlerden biriydim. Çünkü daha çocuk diyeceğim yaşlarda Mehmet Altan Hoca zihnimin derinliklerine kazımıştı İkinci Cumhuriyet kavramını. Özünde İkinci Cumhuriyet sistemin kamburlarından kurtulmaktı ve yeni anayasa, Başkanlık sistemi buna hizmet ederken kendinden habersiz olanlar eksiklikleri görüp tamamlamak yerine oturdukları yerden mevcudu savunmaya devam ediyorlar.


Başkanlık sistemi,


Değişim,


Dönüşüm bunlar önemlidir ama asıl önemli olan sürdürülebilir bir şekilde süreci devam ettirebilmektir.


Benim için önemi ve değeri büyük olan birçok ismin gözlerindeki korkuyu gördüm. En büyük korku ise bulundukları koltukları kaybetmekten duydukları endişeyle doğru bildiklerine karşın suskunluklarıydı.


Hani Türkiye neden bu noktaya geldi diye soruyorsunuz ya hiç öyle derin derin düşünmeye gerek yok. Koltuk sevdasının sonuçlarını yaşıyoruz her birimiz.


Alın bütün koltuklar sizin olsun,


E zaten sizin,


Bize hayal edebildiğimiz ortamı kurun,


Yok 2023,


2051,


2071 vizyonu,


Yarının gündeminin ne olacağı bile belli değil.


Sosyal medyada oluşturulan başlıklara göre politika belirlenen bir dönem yaşıyoruz. 


Farkında değilsiniz;


Ne ondan olduk,


Ne bundan olduk,


İçimizdeki memleket sevgisiyle emek verdik durduk.


Biz, emek verirken hiç tanımadığım,


Görmediğimiz,


Bilmediğimiz isimleri kurtarıcı diyerek başımıza yönetici olarak atadınız durdunuz!


Bugün hata yaptık demekle olmuyor!


Biz, yaşıyoruz sonuçları.


Rahmetli Birand vefat etti,


Tarihi belgeseli Cüneyt Özdemir mi çeker yoksa bir başkası mı bilmem,


Ama birileri bunu çekecek ve çektiklerinde olan biteni çocuklarımız gördüğünde her birimize dönüp bakarak Baba – Anne siz peki ne yaptınız diyecek!


Oğlum Atlas’ın gözlerine bakarak gururla diyeceğim tek bir cümle var yaşamımın her döneminde inandıklarımı yaptım!


İnandıklarımı yazdım!


İnandıklarımı yaşadım!


Ve, en önemlisi inandıklarım beni nereye götürürse sorgulamadan gittim.


Rızkı verenin Allah olduğunu unutup kula minnet eylemedim.


Ben, inanan bir insan olarak şu cümleyi kuracağım bu dünyadan helallik vermeden gideceğim,


Haydi buyurun ülkenin en nitelikli beyinleri sırf daha iyi için mücadele ettikleri için ötekileştirdikleriniz bugün dünyanın dört bir yanında başka ülkelerin kalkınma süreçlerine katkıda bulunmak adına emek verirken,


Kalkındırın Türkiye’yi!


Yapamazsınız çünkü birbirine benzeyenlerin sürekli aynı şeyleri konuşmaktan başka yapacak bir şeyleri yoktur.


Siz, kendinizi tekrar ederken bilin ki içinde üretme arzusu olan her bir birey bugün dünyanın farklı coğrafyalarındaki ekonomileri güçlendirmek için emek veriyorlar.


Kendi yanlışlarınızı doğru olarak dayattığınız her günün bir nesle en büyük zararı verdiğini bilin de öyle yapmaya devam edin.


Yazık ettiniz en çok neye biliyor musunuz?


Ülkeye ve değişimi getireceğinize inananların samimiyetlerine yazık ettiniz!


Sabah uyandığınızda koltuğunuzda oturduğunuzda bilin ki dünyadaki hiçbir koltuk bugüne kadar sahibiyim zannedene kalmadı,


Ve, koruyamadı!


Belki sizi korur!


İnanın inanın koruyacak!


Ahmet K.



25 Temmuz 2022 Pazartesi

9 Yaşındaki Çocuk İsmini Bilmiyorum Utanma Duygusu Olan Hiçbir İnsan da Bilmemeli...

İsmini bilmek istemiyorum,


Aslında hiçbirimiz bilmemeliyiz,


Utanma duygusu olan ve Allah’tan korkan hiçbir insan bilmemeli.


Atlasko’yu düşünüyorum,


Oğlum daha 1.5 yaşında,


İsmini bilmediğim resmiyle hafızama kazınan çocuk ise 9 yaşında,


Ne annesini,


Ne babasını tercih edebildi,


Zaten hangimiz tercih edebildik ki,


Tam da bu yüzden tercihimiz olmayan süreçlerin sonucu olarak yaşamda dayanışmak ve her bir çocuğu kendi evladımız gibi görmek zorundayız.


Düşünsene bu yazıyı okurken kaç yaşındasın?


1 yıl boyunca bir çöp odada kalacaksın,


Dışkını,


İdrarını orada yapacaksın,


Ve, o odanın içinde çöplerin arasında bulduklarınla besleneceksin,


Bunu yapabilir misin?


O çocuk yaptı!


Aylan bebeği hatırlıyor musunuz?


Sahile vuran o cansız bedeni,


Ve, onu kucağına alan jandarma erini,


Ne de çabuk unuttun,


Ya da unuttuğunu zannediyorsun.


İsmini utancımdan bilmek istemediğim çocuktan farkı yok!


Biri sahile vurdu,


Diğeri ise çöp odaya,


Ölmeyi ne kadar istediğini ve bir ömür boyunca nasıl bir psikolojiyle yaşayacağını düşünsenize,


Bugün 9 yaşında,


Kaç yaşına gelirse gelsin 9 yaşında ve o oda da kalmaya devam edecek,


Ne endişeyi ve ne de korkuyu atacak,


Kimin çocuğu biliyor musun?


Senin,


Benim,


Onun,


Yani bizim çocuğumuz.


İnanç,


Adalet,


Din, 


Değer yargısı,


Eşitlik,


Demokrasi diyorsun ya o çocuğun yaşadıklarıyla bunların hepsi ölüyor.


Aylan bebek sahile vurduğunda yazdığım yazıyı da hissettiğim duyguları da büyüttüğüm çocuğumla birlikte hep kendimle birlikte taşıdım,


Ve, taşımaya devam edeceğim.


Unutmuyorum!


Unutulmak da istemiyorum!


Tam da bu yüzden yazıyorum.


Bana yarın ne anlatırsanız anlatın!

Uzaya gideceğiz,


Yerli araba üreteceğiz,


Teknolojinin en büyük geliştireni olacağız,


Açılışlar yapıyoruz,


Binalar dikiyoruz,


Bana ne!


Bana ne!


Bize ne!


9 yaşında bir çocuk benim, senin yani hepimizin çocuğu bir oda da 1 yıldır hapis hayatı yaşıyor ve biz bunun farkında bile değiliz!


Utanma duygusu unutmamayı sağlarken utanma duygusunu kaybettikçe unutuyoruz.


Gözümün önünde 2 gündür,


Bursa’da bir çocuk ve yüzünü kapatıyor,


Utanmadan bir de bu resmi binlerce insan paylaşıyor.


Bu ev sahibinin diretmesiyle ortaya çıkan,


Peki ya farkında olmadıklarımız.


Siz Allah’ı dilinizden düşürmeyerek her gün inanç üzerinden siyaset yaparak iktidarınızı korumaya veya iktidar olmaya çalışırken farkında değilsiniz 9 yaşındaki o çocuğun yaşadığı her bir günün çilesi domino etkisiyle bütün söylemlerinizi parçaladı!


Bilgisayarın başındayım,


Ekran iki parça yarısında 9 yaşındaki çocuk,


Ve, diğer yarısında yazdıklarım var,


Yan oda da ise Atlasko anneannesinin ördüğü battaniyeye sarılmış uyuyor.


Ne beni ne de annesini Atlasko tercih etti.


Ne de biz onu tercih edebildik.


Dünyadaki tüm çocukları kan bağım olmasa da sırf çocuk olduğu için kendi çocuğum olarak görüyorum!


Görmek zorundayım.


Ve, sanan bir şey diyeyim mi?


Sen de görmek zorundasın!


O çocuğun yaşadıklarını ne sen unutturabilirsin ne de ben unutturabilirim.


Bugün ne yaparsak yapalım,


Ne söylersek söyleyelim,


Hiçbir önemi yok.


Önemli olan unutmamak!


Aylan bebek sahile vurduğu gün ölen insanlık dirildi mi?


Asla dirilmedi?


Dirilecek mi üzerine eklenenlere baktıkça dirilişten her gün uzaklaştığımızı görüyorum.


Özgür olun,


Özgür düşünün,


Özgür yaşayın,


Ama en önemlisi çocukların her birini sahiplenerek özgürlüklerine saygı duyun!


Aslında bugün klavyenin başına oturduğumda yazacağım yazının konusu gözleri ışıl ışıl adamın verilen sosyal yardımlarla övünmesine eleştiri olacaktı.


Yok yapamadım!


Utandım!


9 yaşındaki çocuktan ve ona yaşatılanlardan utandım!


Kusura bakmayın resmini yazımla birlikte paylaşmayacağım.


Lakin bu gece Aylan bebek gibi zihnime kazınan görüntüsünü asla unutmayacağım.


Bir utanç olarak kendimle birlikte geleceğe doğru taşıyacağım.


Sadece kendi çocuklarınızı değil,


Tüm çocukları sevin!


Bilin o çocuk sizin çocuğunuzda olabilirdi ve bunu o tercih etmedi.


Tercihimiz olmayanın sonuçları bu kadar korkunç olmamalı ve 7 başlı masal ejderhaları her şeyi parçalamamalı!


Madem bugün parçaladılar,


Biz, yarın parçalanmaması için mücadele etmeliyiz!


En önemlisi de birlikte hareket ederek çocukları sevmeliyiz!


Onlar bu dünyanın sahipleri bizler ise sadece emanetçileriyiz!



24 Temmuz 2022 Pazar

İnternet ve teknolojiden korkmayın çocuklarınızı da korkutmayın! Çocuklarınızı İnternetten Uzak Tutmayın!

Çocuklarınızı İnternetten Uzak Tutmayın!


0 – 6 yaş arasındaki çocukların İnternet kullanımına dair ülkemizde istatistik yok.


Yani tablo fecaat!


Bizim nesil ileri çocukluk döneminde,


Bizden öncekiler ise orta yaş ve ileri yaş aralığında internetle tanıştı.


Yani şu an dünya üzerinde yaşayan insanların tamamı ileri teknoloji dünyasının içinde doğmadı.


İnterneti özellikle bizim gibi baskı unsurunun yoğun olduğu coğrafyalarda dürüst olalım;


Yaşanmamışlıklara bir kaçış aracı olarak kullanan bir neslin çocuklarıyız.


Çocukluğumuzda herkesin evinde internet olmadığında Microsoft Chat, Mirc ve İCQ gibi programlarda saatlerce zamanını geçiren insanlar görürdük.


İnternet kafe dönemini hatırlayın bilgisayarlar genelde kimse kimsenin ne yaptığını görmesin diye sıralanırdı ama özellikle en sotedeki bilgisayar hiç boş kalmazdı.


Yaşı kaç olursa olsun yaşanmamışlıkları tatmin eden insanlar porno sitelerinde gezinir dururlardı.


Oyun sitelerinde flört arayışında olanlar,


Sosyal medya araçları geliştikçe çocukluk, lise, üniversite aşkını arayıp iletişime geçenler,


Tanımadığı, fiziken görmediği, sadece resmiyle karşısında duran insanlara aşık olmalar,


Dijital dünyanın evlilikleri de yadsınamayacak kadar fazladır diyebiliriz. Çünkü kendisini orada daha iyi ifade ederek yol alanlarda oldu


Çocukluğumuzda Age Of Empires, Fifa, Red Alert, Super Mario, sonrasında Counter vs e ister istemez bir kesim içinde bilgisayar ve internet oyun aracıydı ve zaman geçirmek için kullanılırdı.


Yani teknolojiyi sonradan gören bilinçli internet kullanımına dair hiçbir eğitim almayan ve kendi çocukluğunda zamanı tüketim ve kötü bir araç olarak kullanan nesil ister istemez,


Aman kızım aman oğlum internetten uzak dur,


Bilgisayardan uzak dur diye söylene söylene çocuk yetiştirirken neden uzak kalması gerektiğini de aslında anlatamadı,


Bu yüzden yarı teknolojinin içinde doğan çocuklar da benzer çukura düştükleri için söylemsel olarak hala devam ediyor çocuklarınızı internetten uzak tutun.


Çocuğun beyninin en fazla aç olduğu dönem 0 -6 yaş aralığı.


Yani öyle bir açlık gibi ne verirseniz yiyor,


Ne öğrenirse üzerine koyuyor,


Ne anlatırsanız hemen eklemeler yapıyor ve devamını merak ediyor.


Ve, sen bu eşsiz dönemde çağın gerçekliğinden uzak tutarak onun ileride çağı yakalamasını bekleyeceksin öyle mi?


Bakış açısını hemen bir değiştirelim;


Tableti çocuğun eline verdiğinde senin zamanında yaptığın hatalar gibi sürekli olarak çizgi film, youtuber izletip ay ekrana bakarken duruyor, gülüyor, yemek yiyor demek!


Sen eğlenceli olmadığın için ve çocukla aynı dili konuşamadığın için çocuk orada mutluluk oyunu oynuyor ve seninle arasındaki bağ koparken çocuğun bilinç altına veriyorsun en aç olduğu dönemde ne kadar gereksiz bilgi varsa,


Sonra da kötü olan İnternet oluyor öyle mi?


Sen sonradan karşılaşmış ve zamanında doğru kullanmamış olabilirsin,


Bu çocuğunun da seninle aynı hataları yapacağı anlamına gelmiyor.


Seni yönlendiren,


Doğru kullanımı öğreten,


Bilinçlendiren ebeveynlerinin olmaması internetin kötü olduğu ve çocuğun uzak kalması gereken bir araç olduğu anlamına gelmiyor.


Bu çağın adı teknoloji çağı ve teknolojinin en önemli aracı internet.


Sen, çocuğu en aç olduğu dönemde bu araca doğru bir şekilde bindirmez,


Kullanmayı doğru bir şekilde öğretmezsen,


O zaman sen ve senden öncekilerin düştüğü gibi aynı çukura düşmesine neden olursun.


Nasıl bir ebeveyn ya da birey olacağına kendin karar veriyorsun.


Bugün sabah erkenden güne başlayarak 7 ayrı makale okudum. Üzerine literatür taraması yaptım.


Bunun tek nedeni öğrenme sürecimi devam ettirmek, beynin diri kalmasını sağlamak ve edindiklerini kazanıma dönüştürmesini sağlamak.


Dedim ya biz teknolojinin içine doğmadık,


Sizler de doğmadınız,


Sonradan teknolojiyle karşılaştığınız için teknolojinin iyi ve kötü yönlerini ayırt etme bilinci olmadan daldınız


Dünyayı değiştiren,


Bilime katkı sunan,


İyi uygulamalarla yeniliklerle buluşturan beyinlerin ortak özelliği internetten uzak olmaları değil tam tersine doğru ve etkin kullanmaları.


E açarsan sabahtan akşama kadar izlersen başkalarının hayatını,


Saçma videoların içinde gezinir,


Bastırılanlara karşı arayışını sürdürürsen orada o zaman tabi ki İnternet senin için çocuğun uzak durması gereken bir araç olarak görünür.


Evdeki 0 – 6 yaş aralığındaki çocuğunuz doymak duygusu bilmeyen bir açlık içinde,


Sizin onu beslemeniz ve doyurmanız gerekiyor,


Karnını doyurmak,


Sütünü vermek kolay olanı,


Peki ya zihinsel doygunluk


Çocuklarınızı internetten uzak tutmayın.


İnternet iyi bir şeydir ve bu çağı yönlendirenlerin en büyük aracıdır.


Size öğretilmeyeni yapın,


Araştırın!


Doğru kullanım yöntemlerinizi belirleyin ve evinizdeki çocuğun açlığını giderin. 


Size bir sır vereyim mi;


Atlasko bugün sabahleyin okuduğum 7 makaleyi de sesli okuduğum için dinlemek zorunda kaldı.


Bilinç altına doğru olanı belirleyebilecek iradenin oluşmasına destek olun.


Çocuğun doğrularını kendisinin belirlemesini sağlarken önemli olan doğruyu tartışabileceği bir zeminde bunu yapabilmesidir.


Neyse bugünkü makale konularım bu şekildeydi.


Sanırım kendime zaman ayırıp,


Kendim olarak yazmanın hazzını yaşadığım için daha fazla araştıran oldum.


Ey TÜİK 0 – 6 yaş aralığındaki çocukların internet kullanımına dair bilgiyi ortaya koyması gereken sizsiniz.


Bu konuda verileri araştırır ve sağlıklı bir şekilde istatistik sunarsanız ülkenin geleceğine varlık nedeninize uygun olarak büyük hizmet etmiş olursunuz.


Çünkü ülkenin asıl sahibi,


Ülkeyi daha ileriye götürecek olan bugünün 0 -6 yaş aralığındaki çocukları ve biz sadece onlara emanet edebileceklerimizden sorumluyuz.


İnternet ve teknolojiden korkmayın çocuklarınızı da korkutmayın!









23 Temmuz 2022 Cumartesi

Elma düştüğü için Newton yer çekimini bulmadı. Newton bulmak istediği için elma düştü.

Newton;





Başına düşen elma ile mi yer çekimini buldu?


Sanmıyorum!


Newton 1643 yılında doğumundan tam 44 yıl sonra,


Yani tarih 1687 yılını gösterdiğinde yer çekimini buldu.


44 yıllık bir yaşam döngüsünün içinde bitmek bilmeyen bir arzu ve istekle aradı,


İstedi!


Ve, en sonunda istek ve arzusunun karşılığı olarak elmanın düşüşü gerçekleşti.


Newton sadece yer çekimini değil çekim kanunun somutlaşmasını sağlayarak tarihe not düştü.


Evet;


Fizikçi, Matematikçi, Gökbilimci, Filozoftu ama 44 yıllık bir birimin özünde yatan zihninin frekanslarının çekim kanunu olduğunu biliyordu,


Ve, yer çekimi kanunuyla bildiğini kanıtlamıştı.


Dünyada yaşayan insan sayısı kadar düşünce gücü var.


Bir bakıma frekans var. Frekanslarımız aracılığıyla çekim gücümüzü kullanırız.


Büyüklerimizden duyduğumuz;


Kötüyü çağırma! Cümlesi öylesine bir söz değildir aslında.


Zihin oluşturduğu sinyaller aracılığıyla kötüyü çağırma özelliğine sahiptir.


Yaratılmışların tümünden insanı ayıran temel özelliği frekans oluşturabilme ve bu frekansı sinyale dönüştürüp evrene iletme ve evrenden çekim yasası ile dönüşü sağlayabilmesidir.


Evlendiğimiz günden itibaren yurt dışına taşınmak istedik.


Aslında isteğimizin karşılık bulması için sürekli araştırmalar yaptık.


İki seçenek vardı önümüzde ya gelişmiş dünyadaki farklılıklara saygıyı, zenginliği, özgür düşünceyi, birlikte çalışma kültürünü, hayal etmeyi, bilimi, teknolojiye karşı ar-ge’yi bulunduğumuz coğrafyaya getirerek o hayatı yaşayacaktık ya da biz gidecektik.


Tanışıp, evlenmeden önceki kısmı söylemiyorum,


Ama evlendikten sonra bunun mücadelesini veren sadece düşüncede kalmayan uygulamaya dönüşmüş,


Hesapsız kitapsız birçok adımı peşi sıra attık.


Bir duruş belirleyerek değişim ve dönüşümün çekimini sağlamaya çalıştık,


Bir noktadan sonra düşünce gücümüzün oluşturduğu frekans ve sinyallerle çağrımız bizi yurt dışındaki sürece taşıdı.


İnsan muhteşem bir mıknatıs,


Ve, bu mıknatıs hayal edebileceğiniz her şeyi çekebilme özelliğine sahip.


Dua nedir mesela?


Neden dua ederiz?


Çünkü isteriz, 


İsteğimizin karşılık bulacağına inanırız.


Tam da bu yüzden dualarımız kabul olur İnşallah deriz.


Zihnin oluşturduğu frekanstan hareketle sinyalleri gerçekçi ve samimi bir şekilde gönderdiğimizde çekmek istediğimizi buluyor ve bize getiriyor.


Isaac Newton çekim yasasının adını neredeyse 4 asır önce koydu.


Bilinmeyen bir zamandan beridir zaten insan bunu kullanıyordu


Tanımadığınız insanlarla ortak frekansta buluşup benzer sinyaller gönderdiğinizde çekim gücünü arttırıyorsunuz.


Hani bazen tam zihninizden birini düşünürken o an telefonunuza mesaj geliyor ya da arama alıyorsunuz,


Sokakta yürürken bir anda o insanla karşılaşıyorsunuz,


Ya da tam bir şey düşünürken yanınızdaki kişi aynı konuda sizin düşündüğünüzü söyleyince tüyleriniz diken diken oluyor ya işte tam da bunun nedeni aynı frekansa geçip birbirinize sinyaller göndererek o an zaten konuşuyor olmanız.


Neden kötü olan her şey beni buluyor!


Çünkü kötü olanı çağırıyorsun ve bilinçli bilinçsiz istek mekanizmanı bunun üzerine inşa etmişsin.


Kendisine ayrılan zaman dilimini doğru kullanan ve mutluluk ile başarıyı yakalayan insanların ortak özelliği düşüncenin çekim gücüne yön vermeleridir.


Son dönemde uzaydaki yaşama dair gelişmeleri ve uzayın derinliklerindeki gizemin keşfine dair süreçleri takip ediyor musunuz?


Bunun temel nedeni birbirine benzemeyen insanların düşünce frekanslarını birleştirerek merak ettiklerine dair ortak sinyaller göndererek emek vermeleri. 


Webb zaman aracı kim bilir bilinmeyene dair daha ne tür keşifler sundu ve sunmaya devam edecek.


Ama emin olun bugün olmasa da yarın içimizden birileri veya bizim yetiştirdiğimiz nesiller uzayın bildiğimiz ya da keşfedemediğimiz noktalarında yaşam alanları oluşturacaklar. Belki bu yeni bir gezegen olacak, belki yeni bir galaksi, belki de yapay bir yaşam alanı ama bunu başaracak olan çekim frekansı her geçen gün yeni beyinlerin dahil olmasıyla güçlenerek yoluna devam ediyor.


Kendini tanımak ve keşfetmekle başlıyor her şey.


Yapabileceklerinin farkında olmak,


İstemek,


Hayal etmek,


Doğru frekansı yakalamak,


Ve, doğru sinyallerle keşfettiğin senin üzerine gitmek.


Bunu yapabilen insanlar kontrolü ellerine alırken,


Geriye kalanlar sadece bu kontrollü dünyanın içinde yaşıyorlar.


Kendinin farkına ol ve ne istediğini bilerek yaşa.


Elma düştüğü için Newton yer çekimini bulmadı.


Newton bulmak istediği için elma düştü. 


Her birimizin yaşamdaki rolünü salt fiziksel varlığımız belirlemiyor eş zamanlı olarak zihinsel dünyamızdaki hakimiyetimizle yol kat ediyoruz.


Bize çarpan arabayı da biz çekiyoruz,

Yere düşen çocuğumuzun ağlamasını da,


İşlerimizin düzgün gitmemesini de,


Yaşamımızdaki arayışlarımızın karşılık bulmamasını da,


Kendimize en büyük iyiliği yapan da en büyük zararı veren de bizden başkası değil.


Gelelim Atlasko’ya,


Tam da bunun için bugün buradayız,


Benden daha erken bir zaman diliminde ne istediğini,


Doğru frekansları bulup doğru sinyalleri gönderebilen,


Ve, isteklerine doğru karşılık bulan bir çocuk yetiştirmek için.


Newton 1727 yılında yaşama veda etti.


Ama hala elma düştüğü için yer çekimini bulduğuna inanmak ya da kendi çekim gücünün elmayı düşürdüğünden emin olmak.


Tercih sizin!



20 Temmuz 2022 Çarşamba

Maria Montessori ve çocuklar- Kapatılan Devlet Planlama Teşkilatı...


Muhtemelen bu ismi duymamış olsanız da soyadı bir yerlerde duymuş olabilirsiniz, 


Özellikle eğitimle ilgilenen ve eğitim formasyonu alanların kulaklarının aşina olduğunu düşünmek istiyorum;


Maria Montessori.


İtalya’nın ilk kadın doktoru, pedagog ve antropoloji profesörü. 1870 yılında doğduğunu ve 1952 yılında öldüğünü biliyoruz.


Merak duygusu yüksek ve özellikle yaşadığı dönemde kendisini çocukların öğrenme sürecine adamış bir ömür. 


Her bir çocuk özeldir yaklaşımını benimsemiş olması,


Özellikle çocukların her birinin zekâ düzeylerine göre keşfedilmesi gereken birer hazine olduğunun farkında.


Hiçbir çocuk bir diğerine benzemiyor. Tekçi bir eğitim yaklaşımıyla dünyanın en büyük hazinesi olan beşeri sermayeyi tüketmekten öteye gidemeyiz.


Sürekli olarak okul sayısını arttırmak,


Yeni binalar yapmak,


Derslik sayısını çoğaltmak,


Okul olmayan yer kalmadı sloganlarıyla sınıf başına düşen öğrenci sayısının azaldığını söylemek vs daha bir çok cümle eklenebilir,


Özünde eğitimin kalitesine sunduğu katkı hasebiyle düşünülmesi gereken süreçler.


Öznemiz çocuk ve çocukları yetiştiren eğitimci ve eğitimcinin uyguladığı yaklaşım.


Bütüncül bir eğitim sistemi ve müfredat yaklaşımı başarıyı getirmez.


Eğitimci sınırları çizildikten sonra özgür bırakıldığı takdir de karşısındaki çocuğun dünyasına girer.


Belirli bir eğitim müfredatı belirler ve sen bunları öğretmekle yükümlüsün dediğiniz de devreye ezber giriyor. Öğretmen ve öğrenci ezberle var olanı tekrar etmeyi ve tekrarla kalıcı olmayan bilgiyi öğrenmekten öteye geçemiyor ve geliştiremiyorlar.


Bilgi öğretilenin üzerine koymadıkça hiçbir işe yaramaz.


Bilim zaten üzerine koymak değil midir?


Her çocuk aslında dünyanın en eşsiz hazinesiyken ebeveynlerin bilinçsiz yaklaşımlarıyla kendilerinden uzaklaşıyorlar.


Her çocuğun kendisini inşa etme planı vardır. Bu planı anne ve babalar isteseler de bilemezler çünkü çocuğun kendisini ifade etme yetisi yetersizdir. Ama varlığının inşa planını kendi belirlediği ölçüde sürdürürken en tehlikeli olan ailenin ve eğitimcilerin zamansız ve kontrolsüz müdahaleleridir.


Hiç olmadık bir yerde uyguladığınız bir baskı veya tepkiyle çocuğun var olan inşa planının tamamını çökertebilirsiniz.


Özgüvenini kaybeden çocuk bu sefer kendini inşa edemez ve evrileceği yönün tam aksi yönünde yaşamın içinde kayıp bir bireye dönüşebilir.


Çocukları asla bildikleriyle ödüllendirmemek gerekiyor,


Bildikleri zaten onlara öğretilen,


Çocuğu bildiklerinin üzerine koyduklarıyla ödüllendirdiğimiz vakit inşa sürecinin pekişmesine katkı sunmuş oluyoruz.


Bir örneklem;


Atlas’ın önüne kağıt ve kalem koyarak kağıda çizgiler yapmasını öğrettik.


Önce kağıda yaptıklarıyla mutlu olan Atlas bugün evin içindeki balonu alarak balonun üzerine çizgilerle bir şeyler yapmaya başladı.


Kağıt ve kalem bizim öğretimizdi ama balon onun kendi iki ayrı süreci birleştirmesiydi. İnşa sürecinin bir çıktısı olduğundan başarısını ödüllendirdiğimizde pekiştireçle yoluna devam etti.


Kağıdı ve kalemin Atlas’ın üzerindeki etkisini merak ederken boyaları balonun üzerinde daha özgürce kullanması kendi inşa planının bir adımıydı.


Bebeklerin dili yoktur,


Çocukların dile ise kendilerini ifade etmekte yetersizdir. 


Asıl mesele zaten ortak bir dil oluşturmaktır.


Çocuğun sizi anlamasını bekledikçe aslında çocuğun kendisini inşa etme sürecine en büyük zararı veriyorsunuz.


Siz çocuğu anlamak için emek vermek zorundasınız o değil.


Her bebeğin ve çocuğun dili vardır. Ve, bu dilin adı kendisini inşa etme dilidir. Belirli bir yaşa geldikten sonra çoğu insan dönüp arkasına bakar ve baktığında yaşadıklarının çoğunu anlayamaz. Bunun nedeni ise keşfetmemektir. 


Öğrenme ve öğrendiklerinin üzerine koymak bir yaşam biçimi olursa o vakit insanlığa katkıda bulunmaya devam eden bir birey olursunuz.


Üniversite okudum,


Yüksek lisans yaptım,


Yaklaşık 18 yıl çalıştım sonrasında kendimi tekrar etmeye başlama endişesinden kaynaklı yeni bir öğrenme süreci için harekete geçtim.


Zorlukları yok mu elbet var!


Ama bulunduğunuz coğrafya ve konumda öğrendiklerinizin üzerine koyamıyor ve sadece öğrendiklerinizle idare ediyorsanız harekete geçme zamanınız gelmiş demektir.


Tam da burada işte kendinizi inşa etme sürecinizdeki oluşturduğunuz özgüven duygusu ortaya çıkıyor.


Bizim en büyük handikapımız doğduğumuz coğrafya.


Çünkü siyaset mekanizması inşa etmek kavramı üzerinden yol kat ediyor ve sürekli olarak yapılan inşaatların açılışıyla övünen veya eleştiren bir politika biçimi var.


Tam tersine yapılan binaların açılışını yapmak gerinin gerisine götürmekten başka bir işe yaramaz.


Önemli olan beşeri sermayenin inşa sürecinin açılışlarını yapmaktır.


Devlet Planlama Teşkilatını duydunuz mu bilmiyorum?


Son dönemde kapatılmış olsa da aslında binaların inşa sürecinin yanında beşeri inşa sürecine dikkat çeken birçok uzmanın var olduğu ve siyasi iktidarlara karşı bu farkındalıkla direnç gösteren bir yapıydı.


Sanırım en büyük özelliği buydu.


Çünkü yatırım görüşmelerinin mihenk taşı olarak bina inşaatlarının siyasal iradenin bir vaadi olarak yerine getirilmesinin yanında binaların içinin ve içindeki yaklaşımın farkına vardırmaya çalışan politikalarla tüm kamu kurum ve kuruluşlarını besliyordu.


Yazının başına gidelim;


Maria Montessori ismini hatırlayalım.


Casa dei Bambini çocuk evini 1907 yılında kurduğunda amacı bir okul inşa etmek değildi.


Çocukların her birinin kendilerini keşfedebilecekleri ortamı oluşturmaktı. Tam da bu yüzden başarılı oldu.


Bugün gelişmiş dünya ülkelerinin gelişim süreçlerini devam ettirmelerinin temelinde var olan yaklaşım aynı.


Dünyanın parçası olan bir ülke,


Şehir,


Hane,


Ya da en son noktada birey olmak istiyorsanız hiç de geç kalmış sayılmazsınız.


İnsan beyni bebeklik ve çocukluk döneminin sonrasında da inşa sürecini devam ettirecek yeterliliğe sahip,


Ve, önemli olan kimin ne dediği değil,


Sizin ne istediğiniz ve istediklerinizin peşinden gidebilecek özgüveni oluşturup oluşturmadığınız.


Samimiyetle itiraf etmek gerekirse; kolay değil.


Öğrenme sürecini devam ettireceksin,


Öğrendiklerinin üzerine koyacaksın


Ve, var olanla yetinmek yerine tam da seni vazgeçirdikleri anda sıfırdan başlayacaksın.


Hayatında tatbik etmiş biri olarak itirafın üzerine gitmek isterse kolay olanı tercih edenlerin her birinin mirası unutulurken,


Zoru seçenlerin her biri aradan asırlar geçse de ortaya koydukları yaklaşımlarla yollarına devam ediyorlar.


Belki beden ölüyor,


Ortaya konanlar ise özgürce insanların arasında gezinmeye devam ediyor.


Maria Montessori’yi tanımıyorum,


Aynı dönemde yaşamadık,


Ölümünden ve yaptıklarından koca bir asır sonra Brüksel’de yaptıklarının içinde geziniyorum.


Bırakın bina yapmayı!


Bırakın yeni yerler açmayı!


Önce var olanların içini doldurun ve doldurduklarınızla aslında değişim ve dönüşümle birlikte toplumsal refahı arttıracağınızın farkında olun


Rahmet ve minnetle…


Ahmet K..




17 Temmuz 2022 Pazar

GO WEBB GO – TELESKOP MU ZAMAN MAKİNESİ Mİ?



Hubble uzay teleskopunun yakaladığı ve teknolojik olarak kullandığımız araçların ekran görüntüsü olan birbirinden eşsiz karelerden sonra,


Tam 25 yıllık bir emek gökyüzündeki yerini aldı.


Teleskop demek basit kalıyor çünkü James Webb teleskopu adeta bir zaman makinesi,


Bir yolculuk aracı,


Bizi zamanın bilinmeyen noktalarına taşıyan atılmış en büyük adım.


Düşünsenize 25 yıl önceki teknolojiyle çıkılan yolculukta 10 Milyar Dolarlık bir bütçeyle,


Muhteşem bir şey, bir yerlerde keşfedilmeyi bekliyor! Carl Sagan yaklaşımıyla başlayan bir hikaye.


Teknolojinin olağanüstü gelişimine karşın hala keşfedilmeyi bekleyen bilinenin çok ötesinde bilinmeyen bir evren var.


Ömrünün 25 yıllık kısmını gecesi ve gündüzüyle,


İnsanlık için veren ve farklılıklarıyla dünyanın dört bir yanından buluşarak çalışan bir takım ortaya müthiş bir başarı koydu.


İlk fikrin ortaya atılması,


Fikre katkı sunacak insanların bir araya getirilmesi,


Bilinmeyene ve belki de ilk fırlatıldığı anda çöp olabilecek bir girişimin etrafında insanların kenetlenmesi,


Geçen yıl Aksaray’da Türkiye’nin en kapsamlı Uzay ve Astronomi Kampını gerçekleştirdiğimiz de sloganımız,


‘Hayal etmeden uzaya gidemeyiz’di,


Tam da inandığım şekliyle koymuştuk ismi.


Farklılıklar bir araya gelmeden ve emek vermeden uzay hep uzak ve bilinmeyenlerle dolu bir yerken,


Birbirini tamamlayan insanların,


Tıpkı puzzle parçası gibi yetenekleri ve becerilerini ortaya koymalarıyla bilinmeyen bilinene dönüşüyordu.


25 Aralık 2021 tarihinde gökyüzüne fırlatıldığı anda 25 yılını bu teleskopa vermiş birbirinden değerli bilim insanlarının hissettikleri duyguları düşünsenize,


O an gökyüzüne doğru süzülen sadece bir roket değil,


Emek,


Hayal,


Çaba,


Birlikte çalışma kültürü,


İnanç,


Kendini yetiştirmiş olmanın meyveleriydi.


5 ayrı görüntünün dünyanın dört bir yanından sürece katkı sunanlara bağlanılarak yapılan paylaşımlarla oluşturduğu heyecanın sürecin dışında olup sadece izleyenler olarak bizde oluşturduğu etkinin yanında bir de verdiği emeğin oluşturduğu heyecanı izleyenleri düşünün.


Adeta bir ömrü adıyorsun,


Ve, sonrasında insanlığın bilinmeyeni biraz daha keşfetmesini arzuluyorsun,


Önümüzdeki günlerde çok daha fazla görüntü ve paylaşım geldikçe bilinmeyenin bilinenleri artarken,


Bir taraftan da eminim yeni bir takım şimdiden bir sonraki zaman makinesinin hazırlıklarına başlamıştır.


Yeni bir yaşam alanı bulunma ihtimali,


L2 noktasında özel bir konuma ulaşan ve bulunduğu noktada yakaladığı görüntülerle insanlığın ufkunu geliştirecek olan bir süreç.


Son paylaşılan görseldeki yeni doğan, çocuk ve genç diye adlandırabileceğimiz yıldızların oluşturduğu görsel şölenin yeni hayaller, emekler, inançlarla bundan yıllar sonrasında canlı olarak izlenebileceği veya video halinde çekileceğini bir düşünsenize,


İçimizden dünyaya geliş amacımıza uygun olarak emek verenler bunu başaracaklar,


Salt kötülerin dünyası değil,


Aynı zaman da sayıları az da olsa insanlık için en büyük iyilikleri yapanların yaşadığı bir dünyadayız.


Dünyadan 1.5 Milyon Kilometre uzaklıkta hala yolcuğuna devam ediyor Webb Zaman Makinesi,


Ve, bilinmeyene dair yeni görsellerle heyecanlandırmaya,


Ufkumuzu genişletmeye,


Geleceğin dünyasının şekillenmesine katkı sunuyor.


1608 yılında bir gözlük üreticisi olan  Hans Lippershey tarafından icat edilen, 1609 yılında ise ilk defa Galileo Galilei tarafından kullanılan teleskop bugün artık zamanda yolculuk aracına dönüşmüş bir şekilde yoluna devam ediyor.


Bilim üzerine koyarak ilerleyen bir süreçtir,


Bundan yaklaşık 400 yıl öncesinde ilk yapılan gözlemden bu yana merak duygusu olanlar üzerine koyarak bugünlere getirdiler,


Bugünden sonrasına da merak duygusu olanlar taşımaya devam edecekler.


Bir bina yapmak ve içine insan istihdam etmek değil mesele,


Binaların ötesinde ülkeler arasındaki iş birlikleriyle verilen emeğin meyvelerini izledik.


Tüm insanlık için verilen emeğin meyveleri,


Uzay sadece bir coğrafyada yaşayan,


Ya da belirli insanlara ait bir zenginlik değil,


Uzay tüm insanların ve insanlığın eşit paydaş olduğu ve keşfedilmeyi bekleyen bir zenginlik,


Sahip çıkarsan senin de olur,


Sahip çıkmazsan senin olmayanı izlemekle yetinirsin!


Pandemi döneminde uzay mühendisliği okuyan bir gencin ilk defa gerçekleştirdiğimiz kampta teleskopa dokunduğunu duyduğumda ürpermiştim.


Bilimin zenginliklerine ulaşacak malzeme ve ekipmanlar olmaksızın alınan her diploma işlevsizdir.


Bir yerde bir bölüm açıyorsanız öncelikle binanın bütçesini değil o bölümle dünyadaki bilim insanlarıyla rekabet edebilecek makine ve teçhizatın bütçesini ayırırsanız yol kat edersiniz.


Biz, uzay bilimleri fakültesi kurduk!


Evet! Güzel bir bina inşa ettiniz ama bina uzay bilimleri fakültesi olmuyor.


Haritada ülkeler arasındaki istasyonlarda yolculuk yapılırken harita bir anda Türkiye Uzay Ajansını göstermediği müddetçe teleskoplarla aya bakmaktan öteye geçemeyeceğiz.


Şimdi düşünüyorum da 100 gencin olduğu bir kampta gençler uzayın başındaki isimden birer tane basit teleskop hediye istediklerinde bile cevap alamamışlardı. Ki bu gençler Türkiye’nin en dinamik ve en ilgili gençlerinden oluşan bir kesimdi.


James Webb uzay teleskobu şovuna devam ediyor,


Ve, bilimin insanlarının verdikleri emeği hepimiz izleyebiliyoruz.


Bir yıldızın doğumu,


Bir yıldızın büyümesi,


Ve, sonrasında ölümüne kadar geçen sürece dair görseller.


Etkisinde olduğum sadece görüntüler değil,


İnsanların zaman makinesiyle bizi 1.5 milyon km öteden milyarlarca yıl öncesine götürecek emeği verecek vizyon ve özgür düşünce alanına sahip olmaları.


Devletlerin gelişimini sağlayan bilime ayırdıkları bütçe ve kesinlikle dünyanın ne kadar coğrafyasından ne kadar bilim insanına ev sahipliği yaptıklarıyla eş değer.


Sürekli bilim insanlarınız başka ülkelerden bilimin gelişim sürecine katkıda bulunuyorlarsa siz asla ilerlemiyorsunuz demektir.


Kısır döngü,


Kısır siyaset,


Ve, sonrasında kayıp nesil.


Koca kara bir delik var ve çok zeki, dinamik, beyni olağanüstü becerilere sahip insanları yutuyor,


Kendi kurtaranlar ise başka coğrafyalara göç ederek oraların gelişimine katkıda bulunuyorlar.


Bizim en büyük gücümüz gençliğimiz,


Ama en büyük eksikliğimiz ise gençliğin önünü açması gerekenlerin tıkamaktan başka bir şey yapmamaları.


Aldığı KYK Kredisinin faizini düşünmek ve sonrasında bu faizin kaldırılması için bütün zamanını sosyal medyada paylaşımlar yaparak geçirmek,


Ve, bu gençten sonrasında James Webb zaman makinesi sürecine katkı sunmasını beklemek.


Go Webb Go,


Please Go Webb Go…


Senin bize hissettirdiklerinle ve gösterdiklerinle bugün bir adım daha öndeyiz,


En önemlisi bu eşsiz anların yorumlanmasına katkı sunan ve heyecanı hissettiren Sevgili Barış Özcan sana da teşekkür etmek istiyorum.


Hayal etmeden uzaya gidemeyiz sloganına bir ekleme yapmak istiyorum;


Hayallerimizi birleştirmezsek bilinmeyeni keşfedemeyiz.


Ahmet K.

17 Temmuz 2022

10 Temmuz 2022 Pazar

Sinek olup karanlığa mı? Arı olup aydınlığa mı?

 Tek bir kişinin düşü düş olarak kalmaya mahkumken,


Etrafında kenetlenilen düşler ise gerçekleşir.


Hayalleri olmayan bir nesil,


Hayalleri olmayan bir neslin yetiştirdiği nesiller,


Kimse önünüze getirip hayal kurmayı koymadı,


Doğal olarak hayal kurmayı bilmiyorsunuz!


Sınavlar,


Dersler ve sonrasında elde edilen mesleklerle hayal kuranların gerçekleştirdiklerini satın almak için mücadele etmeyi öğrettiler.


İlk Nokia ve Ericsson cep telefonları çıktığında satın almak için birbiriyle yarışan çocuk, yetişkin ve yaşlı tüm nesillerin ortak bir kaygısı vardı,


Nasıl satın alırım.


Şimdi o telefonları gören Z kuşağı için komik gelse de durum bugünden farksız değildi.


En iyi telefonları satın alan ve çocuğunun en iyiyi kullandığıyla gurur duyan nesillerin çocuğu olmak!


Kimse kalkıp bir adım sonrasını hayal etme kaygısı taşımadığından HTC, Samsung girdi hayatımıza,


En iyisini alma yarışı devam ederken Steve Jobs girdi devreye İPhone ile telefon dünyasını allak bullak ederek bambaşka bir noktaya taşıdı.


İlk yıllarından itibaren en iyiyi kullanma arzusu taşıyan ve en yeni için gelirinin kat be kat fazlasını götürüp almak için harcayan,


Çoğu zaman krediler çekmek zorunda kalan,


Bankacılık sisteminin avantajlarını dezavantaja dönüştüren bakış açısıyla satın almak!


Tüketim boyutunu öğreten,


Mesele üretime gelince hiçbir yaklaşım kazandırmayan bir yaklaşım.


Eğitim sisteminiz yanlış!


Çocuk yetiştirme yaklaşımlarınız yanlış!


Gençlik politikalarınız yanlış!


Kültürel ve değerler politikalarınız yanlış!


İstihdam politikalarınız yanlış!


Sosyal devlet yaklaşımlarınız yanlış!


En kötüsü de cesaretsizsiniz!


Alışkanlıkları değiştirmekten korkuyorsunuz,


Değiştirmek isteyenleri de bir şekilde yok ediyorsunuz,


Çünkü biliyorsunuz toplumsal alışkanlıklar değiştiği vakit sizlere ihtiyaç kalmayacak!


Türkiye 2002’den bu yana tarihi en büyük fırsatları elde etti ve bunların ne kadarını teptiğini tarih yazacak.


Tek parti iktidarıyla değişim ve dönüşümü bu kadar uzun soluklu bir şekilde elinde bulundurmak ama dönüp baktığında gelinen noktada hala tüketim alışkanlıklarıyla gururlanmak!


Havaalanı,


Otogar,


Tren garları,


Yol yapmakla gururlanmak!


Kimse de demiyor ki!


Havaalanına inen uçağı,


Otogardaki otobüsü,


Yollardaki arabayı,


Tren garındaki hızlı treni üreten kim?


Binalar yapmak,


Görüntüyü güzelleştirir!


Yapanı zenginleştirir!


E peki ya sonrası?


Toplumsal refah ve toplumsal zenginleşme ne olacak!


Bu gidişle 2023 yılı seçimlerine kadar tüm Türkiye milyoner olacak,


Çünkü kapısındaki arabanın,


Oturduğu evin değeri milyon olacak,


Zaten eskiden de milyoner değil miydik?


Büyüklerimizden milyon harçlık aldığımız bayramları da biliriz.


İnsanların insanlara haddinden fazla anlam yüklemesi kadar gereksiz bir şey yok!


15 yıl kamu da,


18 yıl sivil toplum alanında çalıştım,


Yaşamlara dokundum,


Hikayeler topladım,


Dünyanın 65 ülkesine gittim,


Saçma sapan beyni olmadan sırf cemaat, siyasi yakınlık, yalaklıklarla koltuk sahibi olanlardan dolayı Belçika’ya gelerek,


Her şeyi sıfırladım,


Kötü mü ettim?


Her gün Atlasko’ya kullandığım teknolojinin bir ileri aşamasını üretme konusunda bir şeyler anlatıyorum,


Yeni dil öğreniyorum,


Kültür ediniyorum,


İnsanlar tanıyorum,


En önemlisi gönül rahatlığıyla Allah’la olan diyaloğumu yaşıyorum.


Tek bir defa yaşadığınız hayat için kendinizi ne öyle mükemmel ne de vazgeçilmez görün,


Değerli olmak,


Unutulmamak istiyorsanız,


İnsan yetiştirin,


Paylaşın,


Üretin,


Vazgeçmeyin,


Her şeyi elinizden alsalar bile sıfırdan başlamayı bilin,


Siz, emek verdikçe Hak size kapıları dünyanın her yerinde açıyor unutmayın!


Korkakları bırakın koltuklarıyla böbürlenip dursunlar!


Yarın her birinin koltuğu gittiğinde unutulacaklar emin olun!


Her birimizden annelerimiz ve babalarımız sorumlu,


Her birimizin çocuklarından da bizler sorumluyuz!


Değişim bekleyerek gelmez,


Aldığın riskler ve verdiğin emeklerle gelir.


Hadi Cüneyd Abimden gelen bir gerçeklikle bitireyim;


ARILAR ve SİNEKLER

"Arıları ve sinekleri ağzı açık bir şişeye koymuşlar. Şişenin taban tarafını ışığa doğru, Açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştirmişler. Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru ilerlemiş. Ama şişenin tabanı kapalı olduğundan dışarı çıkmayı başaramamışlar.


Bu arada sinekler, şişenin ağzına doğru doluşmuşlar ve dışarı çıkıp karanlıkta kaybolmuşlar. Karanlık tarafta bulunan şişenin açık ağzına doğru tek bir arı bile gitmemiş... Camın önünde ışığa doğru çabalamaya devam etmişler.


İnsanın aklına hemen arıların akılsızca davrandıkları geliyor. 

Ancak daha derinlemesine düşününce; karşımıza anıt gibi dikilen bir yaşam tarzı ortaya çıkıyor.


Einstein e göre arılar olmazsa, insan yaşamı 4 yıl sonra son bulur. Arılar nerede, hangi çiçek ile besleneceğini bilen, yüzlerce kovan arasında kendi kovanını bulabilen ve o kovanın yüzlerce peteği arasından kendininkine yumurtlamayı hiç şaşırmadan uygulayabilen bir canlıdır. Ve bu olağanüstü canlı nasıl olur da şişenin ağzını bulup çıkamaz değil mi? Kuşkusuz Işığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller olacaktır. Onlar, engellere rağmen ışıktan vazgeçmeyeceklerdir. Ve bu uğurda da gerektiğinde ölmeyi göze alabileceklerdir.


Sinekler ise karanlığa doğru sıvışan kaçaklardır. Hiç umursamadan Karanlığa doğru yürüyenlerdir. Sinsi, ilkesiz, yüreksiz, korkak, bencil varlıklardır. Sadece kendi yaşamları değerlidir. Nerede yemek varsa, nerede rahat yaşayacaklarsa, nerede çok para kazanacaklarsa oraya giderler. Değerlerin bi önemi yoktur.


Arıyı kovalamak isterseniz o kaçmaz, sizinle savaşır. İğnesini sapladığında öleceğini bilerek savaşır. Ve değerleri için ölür.


Ama sinekler kaçarlar. Sonra yılışık yılışık tekrar dönerler terk ettikleri yere mikrop taşıyan ayaklarıyla ezerler; yaşadığımız her yeri.


Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar. Oysa sinekler her yere yumurtlar, her yerde ürerler. Çöplüklerde, tuvaletlerde, bataklıklarda. Onlar için yumurtalarını bırakacakları yerin bile hiç önemi yoktur.


Sinek olup karanlığa mı? Arı olup aydınlığa mı?


Engellere rağmen ışığa yürüyenlere, ışığa ulaşmak için çabalayanlara, insanca değerler yaratma adına mücadele edenlere ve ışık saçanlara selam olsun"


Benden de ışık saçan için emek veren tüm kalbi güzel insanlara selam olsun.


Hayırlı bayramlar!