26 Ağustos 2022 Cuma

Çocukluğumuzun 90’larına geri döndük! Kimsenin kutsalını sorgulamak hiçbirimize düşmez!


Çocukluğumuzun 90’larına geri döndük!


Takvimler 30 yıl geri sardı,


Çocuktuk,


Orta yaşlı olduk,


Dünya ileri giderken biz tam ileriye gittiğimizi düşünürken sardık en başa!


Dünyanın gelişmiş ülkeleri uzaydaki yolculuklarını sürdürürken,


Yeni dünyanın kodlamalarını yaparken,


James Webb teleskopuyla uzayın derinliklerinde yaşam belirtileri ararken,


Çağı yakalamak bir yana çağın gerisinin gerisine doğru sürükleniyoruz.


Lens şeklinde üretilen wifi’ye bağlanan ve fotoğraf, video çekebilen yeni teknolojiyi gördünüz mü?


Biz, bir zaman makinesiyle aynı şeyleri ders çıkarmadan yaşayarak birbirimizi tüketiyoruz.


Sanki her 30 yılda bir ileriden geriye doğru bir lanet sarmalının içindeyiz!


Nasıl bir hırstır anlamak mümkün değil!


Her türlü lüksü yaşayanlar durmadan sana mesaj veriyorlar,


Ve, bilinç altındaki değer yargıların ve inancın üzerinden kendi varlıklarını koruyorlar!


Sosyal medya gündemine bakıyorsun,


Televizyon artık zaten izlemiyoruz,


YouTube yayınlarına bakıyorsun hep aynı,


Değişen hiçbir şey yok!


Her gün birbirinin aynı olsa daha iyi,


Daha kötüye giderken tükenen ömürler!


Yav biz 90’larda zaten yaşamadık mı İmam Hatip sorununu,


Ben, o dönem İmam Hatip’te okuyordum.


Cuma namazı çıkışlarında ortaokul çocuğu olarak atılan tekbirlerle en ön saflarda yer aldık.


Niye?


28 Şubat’ta mağdur olanlar iktidar olsunlar ve aynı mağduriyeti yaşatsınlar diye mi?


Siz yeterince birbirinizin yaşamlarına girerek rahatsızlık verdiniz,


Darbelerle,


Faili meçhullerle,


Bölünmelerle en derin acıları yaşadınız ve yaşattınız!


Biz, sizin bu lanetli mirasınıza ortak olmak zorunda değiliz!


Yıllarca bunun mücadelesini kendi içimizde verdik,


Dışarıya karşı konuşmak yerine icraatlarla birleştiren olduk,


Siz, ayrıştırırken biz birleştirdik!


Gençlerin yıllarca siyasi düşünceleri,


Bakış açıları,


Dini, dili, ırkı ne olursa olsun bir araya getirdik.


Kabullenemediniz!


Çünkü biz birleştiğimiz vakit sizin fonksiyonunuz bitecekti!


Bir sanatçı bir şey dedi,


Hemen tutuklayalım!


Diğer taraftan tutukladığın insanın yanında aynı suçu işlemeyi boş ver,


Daha beterini yaparak Allah adına karar verene dokunmamak!


Düşünce ifade etmek suç değildir,


Biz, düşünmek üzerine bu hayatı yaşıyoruz,


Düşündüklerini söyleyecek,


Düşündüklerimi söyleyeceğim ki ortak bir noktada buluşalım!


Hayır!


Biz de böyle değil,


Birbirimizin yaşamlarına girelim hemen ne varsa tüketelim!


Bitmedi kavgalarınız,


Reddettiğimiz mirası zorla dayatarak bize de yaşattınız,


Yetmedi bize de çocuklarımıza yaşatmamızı istiyorsunuz!


İsteyen istediğini giyer,


İsteyen inanır,


İsteyen alkol alır,


İsteyen namaz kılar,


İsteyen İmam Hatip’e gider,


İsteyen başka okula gider,


Hiçbirimiz yaratıcı değiliz ve yaratıcı rolüne soyunup cennetten gelmiş elçi gibi insanların yaşamlarına dair yargıda bulunma hakkımız yok!


Siz insanlara kendi şekillerinizi dayattıkça yeni nesli her şeyden uzaklaştırdığınızın farkında değilsiniz!


Ya düşünün benim kırılma noktam yaşadığım kurumun başkanının bana kızlar ve erkekler birlikte kamp yapamaz demesi oldu!


Allah dünyaya birlikte göndermiş ama bunu bile reddeden yaklaşımlar!


Bırakın insanlar kendileri olsunlar,


Siz, toplumun içerisinde güveni tesis edin,


Adaleti herkes için eşit bir şekilde sağlayın,


Gelir dağılımındaki adaletsizlikleri ortadan kaldırın,


Bakın her birinizin evinde gençler var,


Gidin onları dinleyin,


Her birinin gelecekle ilgili endişelerini,


İş arayışlarını duyun,


Aldıkları diplomaların sonrasındaki mecbur kaldıkları süreçleri konuşun,


Okudukları üniversitelerdeki eğitimin dünyayla rekabetini tartışın!


Devlet birilerinin malı değildir!


Bakın bir örgüte ne istediler de vermedik dediniz!


Hatırlayın!


Siz, insanları mecbur bıraktığınız için insanlar gidip yapılara mahkum kaldılar,


Bugün kalkıp suçladığınız insanların bir tek kendilerinin suçlu olduğunu söylemeyin,


Ben, İnsan Yaşamına Dokunmak kitabını 2012’de 25 yaşında bir gençken yazdığımda yine bunları yazdım Devlet başlığı altında,


Yıl olmuş 2022 aynı hataları tekrar etmeyin!


Bakın üniversiteler açılıyor,


Binlerce genç evlerinden uzakta okumak için yola çıkacak,


Yurtların kapasite ve niteliğini arttırın.


Zamanında cemaatçileri getirip başımıza yönetici yapan ve o kadroların altında bizi çalışmaya mecbur bırakan sizdiniz,


Bugün onlar suçluydu demekle olmuyor,


Siz, mecbur bıraktıklarınız için insanları yargılarken ben masumum diyemezsiniz!


Üzülüyorum!


Ülkeme!


Yaşadığım ve ait hissettiğim coğrafyanın gençlerinin kaderlerinin sizlerin elinde olmasına üzülüyorum!


Hani herkes Ey Gençler diyor ya,


Genç kardeşim bu senaryoyu bu ülke bilmem kaçıncı defadır yaşıyor,


Yaşamaya da devam edecek,


Arada masum, garibanların canı yanacak!


Yıllar sonra çocuklarımıza vereceğimiz en büyük miras bütün ötekileştirmeleri reddetmektir.


Bakın Oğuzhan Uğur’a,


Sosyal medyadan selamlaştık,


Bir gün belki bir yerlerde karşılaşacağız,


Geçen en zıt düşünenleri Ümit Özdağ ile buluşturdu,


Sonra Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu buluşturdu!


Ne oldu insanlar konuşunca, 


Bir araya gelince kötü mü oldu!


Bir salona 5 bin genç doldurup bütün ülkenin gençleri bizimle diye kendinizi kandırmayı bırakın,


Gençler sizden çok uzak,


Ve, sadece anlaşılmak istiyorlar,


Hoşgörü dilini hatırlayın!


Sizler mecbur bıraktıklarınızın sonuçlarını Anadolu’nun genç beyinlerine yaşatmaktan vazgeçin!


Bakın bugün bir twit serisi paylaştım ve bir kurumun,


Benim çalıştığım kurumun durumunu paylaştım,


Kurumun teslim edildiği kişilerin tek merak ettikleri benim,


Her yerden engelliyorum ama beni takip etmek için fake hesaplar kullandıkları yetmiyor,


Üzerine bir de kurumun hesabından takip ediyorlar,


Kurumumun,


Yıllarca emek verdiğim yapının bu hale gelmesinden dolayı utanıyorum!


Bu baskı sürecini insanların üzerinden bir kaldırın,


Ayrıştıran değil birleştiren olun!


Ben, milletin iktidarına inananlardan oldum,


Cumhurbaşkanım ben Türkiye’nin eski Türkiye’den uzaklaşacağına inandım,


Sizin genel başkan yardımcınız 28 Şubat mağduru olarak gücü eline alınca mağdur etmeye başlayınca,


Sizin atadığınız bürokratlar mağdur etmeye başlayınca,


İnancımı kaybetmedim!


Ben, 18 aylık oğlumun Atlas’ın benim yaşadıklarımı yaşamasından,


Aynı lanetli mirası devralmasından korktuğum için inancımı kaybettim!


2023’te Türkiye kritik bir seçim sürecine girecek,


Ama toplumsal olarak birleştireni aradığımızın bilinmesini istiyorum,


Biz, hepimiz farklılıklarımızla bir araya gelebiliriz!


Bu coğrafyayı yönetenlere açık çağrım,


Hepimiz beşeriz,


Hepimiz öleceğiz,


Yahu bir insan öleceğini bile bile nasıl olur da kutsalları getirip siyasetin parçası yapar.


Senin kutsalın dinindir,


Onun kutsalı başka bir şey,


Kimsenin kutsalını sorgulamak hiçbirimize düşmez,


Ama kusura bakmayın kutsalları siyasetin bir parçası yaparak üzerinden iktidar olmaya çalışmayın,


Bu ülke bunu yeterince yaşadı!


Kutsallar ve Siyaset Parantezinden bir uzaklaşın,


Projelerinizi,


İnsanların yoksulluklarıyla mücadelenizi,


Haksızlıklara karşı reformlarınızı,


Ayrışmalara karşı birleştiriciliğinizi,


İstihdam politikalarınızı,


Dünyanın gelişmiş ülkeleriyle rekabetinizi anlatın!


Toplum ve insanlar gergin bunu çözüme ulaştırmaya odaklanın,


Yoksa bu vebal sizin en büyük lanet sebebiniz olacak!




 



25 Ağustos 2022 Perşembe

Eğitim İçin Bir Fısıltı... Yöneten konuma gelenin değil yönetilenin itibarından tasarruf olmaz!

Eğitim için bir fısıltı,


Nedir eğitim?


En yalın haliyle bireyin kendisini tanıma ve yönlendirilme sürecidir.


Aileden aldığı alt yapıyla okul adı verilen yapının içerisinde bireyi alır,


Yeteneklerini ve hangi alanda zekasının geliştiğini ortaya koyar geleceğe hazırlarsınız.


Her bireyin apayrı yetenek ve özellikleri vardır,


Toplumsal kalkınma ve gelişme içinde en önemli konu bireyin kendini tanımasına katkıda bulunmaktır.


Maalesef kendini tanımadan yaşamını tüketen yığınların arasında yaşıyoruz,


Ne kendisinin,


Ne de yaşamdakinin rolünün farkında olmadan soluk alan ve aldığı solukların karşılığında sürekli olarak koşuşturan ama neden koşturduğunu dahi bilmeyen bir apartmanın çocuğu olmak.


Her soluk alan yaşıyor diye düşünmemek gerek,


Asırlık ömürler var soluk alarak geçmiş ama tek bir gün bile yaşamamış,


Toplum yapısı olarak üretime değil,


Tüketime meyilli bir şekilde yaşıyoruz!


İçimizdeki doğruları tüketmeyi,


Herkesin bize uymasını,


Uymadığı vakit ise soluk aldırmamayı bir maharet olarak görüyoruz.


Benzemeye ya da benzetmeye çalışıyoruz,


Birbirimize benzemeye çalıştıkça da ne biz ne de benzetenlerin yaşamları istediği gibi oluyor.


Adamın biri kalkıyor ve milyonlara namaz kılmayan öldürülebilir diyor,


Diğeri kalkıyor özgürlükleri kısıtlayarak gençliğin yapmak istediklerini engelliyor ve festivalleri iptal ediyor,


Diğeri kalkıyor cennete uğurluyor,


Bir diğeri kalkıyor babasının parasıyla lütuf göstermiş gibi yapılan yatırımları anlatıyor,


Bir başkası her türlü zenginliği yaşarken insanlara Peygamber dönemini anlatarak sabrı ve yetinmeyi anlatıyor,


Bir başkası din adı altında liyakatsizliklerle sistemi çökertiyor,


Öteki kalkmış babasının ya da kendisinin kazancıyla hayır işliyormuş gibi canının istediği yere istediği kaynağı aktarıyor,


Beriki kalkmış kendini cennette görmüş gibi üzerine diğerlerine tapu dağıtıyor,

 

Ve, diğerleri…


Katliamlar sadece silah teknolojileriyle olmaz,


En büyük katliam insanların birbirilerinin yaşamının içinde gezinerek müdahale etmesi, rahatsızlık vermesidir.


Yaşamadık, görmedik darbeler sürecini,


Yaşanan acıları ya dinledik, belgesellerden izledik, ya da kitaplardan okuduk,


28 Şubat’ta ise çocuktuk ama ortada bir ayrışma süreci var diye çocuk aklımızla çıktık meydanlara,


E şimdi ne oldu?


Ne değişti?


Zamanında haksızlığa uğradın diye iktidar olunca,


Veya güç sahibi olunca sana yapılanı sende başkalarına yaparak mı tatmin oluyorsun.


Hastalıklı bir ruh hali bu!


Alkol haram!


Tamam!


Ama bu dünyada neden varız bizi yaratan istese harama dokunanı cezalandıramaz mı anlık olarak!


Yaratanın yerine hüküm verme veya karar verme özgürlüğünü kim kime nasıl veriyor!


Bununla ilgili bir yetkilendirme varsa bu belgeyi görelim ona göre hareket edelim.

Gençleri boş verin gençleri çocukları dahi yaptıklarınızdan dolayı hem kendinizden uzaklaştırıyorsunuz,


Hem de kendilerinden,


En önemlisi de özlerinden.


Toplumsal gerçeklik olduğu gibi ortada duruyor,


Bunlarla hep birlikte yüzleşmediğimiz vakit çözüm odaklı bir araya gelip enerjiyi birleştirmediğimiz vakit,


Bizim çocuklarımız da yaşadıklarımızı yaşayacaklar!


Her birey kendisinden sorumlu,


Dünya öyle size anlatıldığı gibi bir yer değil,


Devlet ise kimsenin babasının malı değil!


İtibardan tasarruf olmaz mı diyorlardı?


Bu sözü çok seviyorum ama yöneten konuma gelenin değil yönetilenin itibarından tasarruf olmaz!


Düşünün iktidar yarın değişti,


Yerine gelen de tam tersi politikalarla yeni bir süreç başlattı,


Bu sefer ötekileştirenler yine yer değiştirdi,


Ötesi var mı yok!


Türkiye’nin iktidar değişimine ihtiyacı var mı yok mu bunu her bir birey kullandığı oyla belirler,


Ama iktidardan önce yaklaşım, politika ve zihniyet değişimine ihtiyacı var.


Sosyal medya iktidarlar için en büyük tehlike hiçbir şey gizli kalmıyor,


Çok hızlı bir şekilde ortaya çıkan bilgi milyonların arasında yayılıyor.


Adam öğretmen olmuş 30 yıl aradan geçmiş atanalı sistem diyor ki gel seni sınava sokacağım sonra uzman öğretmen mi olacaksın karar vereceğim!


Eğitimin sorunu uzman olan ile olmayanı ayırt etmek mi?


Yani uzman öğretmenler ayrışınca eğitimin kalitesi artacak artık her çocuk kendini tanıyarak mı mezun olacak!


Eğitim sisteminde 2+2 4 etmez,


Çünkü her bir birey birbirinden farklıdır ve aynı bilgi ve yaklaşımla üniversite sınavına kadar sürekli ezber yapan,


Pratik ve mesleki yaşamda kullanmayacağı bilgilerle zihnini dolduran birey,


Sonrasında atanma mücadelesi dışında ne verecek!


Girişimciliğini elinden almışsınız,


Kendisini tanımasına müsaade etmemişsiniz,


E sonra senin uyguladığın sistemin bir sonucu olarak sana gelip senden iş istediğinde,


KPSS diyorsun!


E orada da sorular çalınıyor,


Yetmiyor KPSS puanın tek başına yetersiz bir de ben seni mülakata alacağım,


Yani bakacağım bana yakın mısın değil misin?


Adamın cebinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kimliği var ama sen o kimliğin olabilir ama vatandaş olarak eşit değilsin diyorsun!


Toplumsal barışı, eşitliği ve adaleti sağlayıp,


Üstünlerin veya sistemi yönetenlerin hakimiyeti yaklaşımından uzaklaşmadıkça kaybedeceğiz.


İstifayı verip içinden çıkınca daha özgür ruh ile mücadele ettiklerime bakıyorum da,


Bir devletin insanlarının fakirleşmesine neden olanların tamamını görüyorum.


Yıl olmuş 2022,


Gelmişiz yolun yarısına çocukluğumuzdan beri bitmeyen kavgalarınız,


Ve, kavgaların arasında insanca bir yaşamdan uzak,


Hayal bile kuramadan sizlerin savaşlarında can verenler!


Kendinizi kandırmanızı anlıyorum da kitlelerin kandırılma oyununa alet olmasını anlamıyorum.


Biz, kimsenin babasının devletinde veya dünyasında yaşamıyoruz.


Biz, eşitlik koşulları içerisinde içimizden birilerine yetki veriyoruz,


Ve, kullan benim için yetkilerini diyoruz.


Dünyada bir tek bizde sorun yok,


Ama bırakında biraz yaratıcının en büyük verdiği özellik olan aklınız kendi düşündükleriyle hareket etsin.


Mesela Nobel Bilim Ödülleri ne zaman ve nasıl bu coğrafyadan birileri tarafından kazanılacak!


Bilimin gelişme sürecine ne tür yenilik ve kazanımlar elde ettireceğiz,


Ya da dünyadaki kullanılan teknolojik gelişmelerde ne zaman öncü olacağız,


Hani üniversitelerimizden bir tanesi ne zaman dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında 1. Sırada yer alacak,


Ve, biz bunun gibi yüzlerce madde sıralayabilirim nasıl yapacağız!


Eğitim ve eğitim sürecinde her bir bireyin kendisini tanıyarak yetişmesi önemli.


Anne ve baba olmak,


Çocuk yapmak,


Okul yapmak, okulların sayısını arttırmak yetmiyor.


Dünyadaki en başarılı eğitim sistemlerini araştırdınız mı hiç?


Hindistan’ın Yeni Delhi şehrinde otobanın altında yani bir köprü altında eğitim gören çocukların bir resmi var Google’a bakarsanız görürsünüz.


Yoksul ve eğitime erişim zorluğu çeken çocuklar için gönüllü öğretmenler tarafından verilen eğitimle bilim dünyasına isimler kazandırılıyor.


Yani mesele en yeni binalar yapmak değil binaların içindeki değişim ve dönüşüm,


Sistem ve yaklaşımlar değişmedikçe toplumsal eşitlik ve samimiyet gelmedikçe o iktidar olmuş bu iktidar olmuş ne fark eder,


Bizden öncekilerin deneme yanılma hayatına dönen hikayeler serisine bir de biz katılacağız olacak olan bu.


Sanırım bir süre daha yazacağım,


Sonra içimdekinden uzaklaşınca ve en önemlisi öğrenmeye çalıştığım ülkenin dilini öğrendikten sonra farklı dillerde yazacağım ve üretim sürecine yoğunlaşacağım.


Bir bakın bakalım yaşadığınız hayatın ne kadarı kendinize aitti,


Ne kadarını istediğiniz gibi yaşadınız,


Kaç zaman diliminde kendiniz olabildiniz!


Bu soruya verdiğiniz cevaplarla tatmin oluyorsanız doğru yoldasınız demektir…







 

a

23 Ağustos 2022 Salı

Titanic gibiyiz! Ama aynı gemideyiz! Peki Gerçekten Öyle mi?

Titanic gibiyiz! Ama aynı gemideyiz! Peki Gerçekten Öyle mi?

Kurulduğu gün dünyanın en iyi teknoloji ve uygulamaları bir araya getirilerek inşa edilmeye çalışılan,

Hanedan kültürünün yerini Millet kavramının aldığı,

Her bir parçasında ayrı ayrı çoğumuzun hiç görmediği tanımadığı dedelerimizin emek verdiği,

Daha iyisi için mücadelelerin edildiği,

Yola çıkacağı günün zorluk ve şartları içerisinde olağanüstü derecede mükemmel bir mühendislik harikası olan gemi,

Neredeyse 100 yıldır engin okyanusların içinde yolunu bulmaya çalışıyor,

Bitmek bilmeyen bir dümene geçme kavgası yüzünden menzilden uzaklaşan ama gidilmesi gereken yolun farkında olanların çabası ve emekleriyle bugünlere gelmiş bir gemi bizimkisi.

Sen, aynı geminin içindeyiz diyorsun ama gerçekten öyle mi?

Hanedanlık sisteminden Cumhuriyet sistemine geçişin sembolü olarak inşa edilen geminin temel mühendislik mantığı neydi;

Bugünden sonra geminin kaptanı ile geminin en alt tabakasında çalışan personel eşit olacaktı.

Yani mürettebat arasında artık ayrım olmayacak,

İsteyen istediği gibi geminin kaptanlığına kadar yükselebilecek,

Kaptanlık yapmak derdi olmayanlarda kendi özgürlüklerini yaşayacaklardı,

Kaptan yolu giderken mürettebatın her birinin hakkını almasını sağlayacak,

Ne yiyorsa aynı porsiyonun tüm geminin ortak menüsü olması için emek verecekti.

Yolda giderken idam edilen kaptanlar,

Darbelerle devrilenler,

Gemi mürettebatı arasında ayrışma ve çatışma çıkararak birbirinden uzaklaştıranlar,

Ayrımcılık yaparak gruplaşanlar,

Liyakatsiz bir şekilde gemi yönetiminde önemli görevlere getirilenlerle geçen yıllar,

Değil aynı yemeği yemek,

Bir tarafta aç kalanlar bir tarafta ise zevki sefa sürenler,

Bu gemi hiç de kolay gelmedi milenyum çağına,

Milenyum ne derseniz 90’ların başında çocuk olanlar bilir 2000 yılı bir dönüm noktasıydı ve milenyuma giriş olarak karşıladık.

Koca bir 21 yılı geride bıraktı AK Parti!

Neydi eleştirdiği?

Bu gemide adaletsizlik var,

Kamaralarında zevki sefa sürenler var,

Birileri mutluluklarını diğerlerinin mutsuzlukları üzerinden sağlıyor,

Bu gemide hukuksuzluk,

Hırsızlık,

Yolsuzluk,

Liyakatsizlik,

İnancını herkes istediği gibi yaşayamıyor,

Şekilci bir sistem var,

Eğitim sistemi içerisinde çocuklarımızın kat sayılarla hayalleri çalınıyor,

Gelir dağılımında adaletsizlik var.

Elitlerin gemisi değil bu gemi,

Milletin gemisi,

Ve, millet olarak iktidarı ele geçirerek özlem duyduğumuz geleceği inşa edebiliriz ve ortak bir menzile gidebiliriz söylemiyle,

Kurulduğu gün kendisinden habersiz ama dertli olan milyonları inandırarak yönetimi devraldı,

Tam 21 yıldır yönetimi devam ettiriyor.

Kesintisiz bir yönetim ve bu desteği veren yılların bıkkınlığıyla değişim isteyen bir millet ve o milletin inancı!

İlk dönemde dünyayla rekabet eden,

Kişilerin değil kurumların önemli olduğu bir yaklaşımla atılan adımlar,

Sorunları ortadan kaldırmak ve Anadolu’nun gençlerinin bir bir hayallerinin peşinden gitmesi için oluşan ortam,

İktidarda kaldıkça toplumsal olarak hastalık belki de bu bizde,

Koltuğu bırakmak bir yana,

Düzeni kendimize köle zannediyoruz,

Ve, bir süre sonra içimizdeki canavar ortaya çıkıyor,

Ben, ne dersem o olacak,

Ben, yaptım,

Ben, belirledim,

İtiraz etmeyin,

İtaat edin!

28 Şubat yaşanırken ortaokulda İmam Hatip’te okuyordum.

Başörtüsüne uzanan eller kırılsın diye çocuk olan bizler Cuma namazları çıkışında mitinglere katılıyor,

Kat sayı engeline karşı mücadele ediyorduk.

Eh be kardeşim!

Biz, o dönem çocukken cop bile yemeği hatta yanımda hemen sınıf arkadaşım Oktay’ın yediği copla kolunun kırılmasına bile şahitlik ettim.

Ne içindi çocukken bile verdiğimiz mücadele,

Ne ben sana karışayım,

Ne de sen bana karış içindi!

Yıl olmuş 2022 28 Şubat’ın mağdurları geminin yönetimini devralmış yaşadıkları günleri unutmuş intikam alma duygusuyla topluma aynı yaklaşımı sergiliyorlar.

Ne oldu iptal ettiniz festivalleri bir bir,

Bunlar sarhoş dediniz,

Bunlar ahlaksız dediniz ne oldu?

Sana ne kardeşim!

Sana ne!

Sen, ne zaman ilah oldun da insanları yargılamaya başladın!

Bastırdıkça, iptal ettikçe daha mı iyi olacak zannediyorsun!

İnsanlar benim istediğim gibi mi yaşayacaklar diye düşünüyorsun?

E zamanında sana yaptıklarında sen öyle mi yaşadın?

Yaratıcı dışında hiçbirimizin bir diğerinin tercihlerine ve yaşama özgürlüklerine karışma lüksümüz yok!

Muhafazakar iktidarım yasaklarım demekle olmuyor,

Evinizdeki çocuklarınız bile sizin yaptıklarınıza tahammül etmiyor,

Sizden utanıyorlar,

Bakın bunu öylesine yazmıyorum,

Çocuklarınızı tanıyorum,

Bakış açılarını biliyorum.

Dünya uzayda yaşam kurmaya çalışıyor,

James Webb teleskopu uzayın derinliklerinden gönderdiği her kareyle insanlığın gelişim sürecine katkıda bulunuyor,

Siz hala özgürlükleri kısıtlama ve insanların birbirleriyle uğraşmasının peşindesiniz!

Evet aynı gemideyiz!

Ama bu gemi kimsenin babasının malı değil,

Herkes birbirinin özgürlük sınırlarına saygı duymak zorunda,

Bırakın kendi kendinizi kandırmayı,

Kardeşim Teknofesti Devletin imkan ve paralarını kullanarak yapıyorsan,

İptal edilen her biri festivale de destek olmak zorundasın.

Karıştığın, müdahale ettiğin vakit beyni zaten dolu olan gençliğin üretimden ve gelişimden daha fazla katkıda bulunuyorsun!

Seçilmiş olmak sistemi istediğin gibi şekillendirme ve yönlendirme hakkını kimseye vermiyor,

Bugün olmasa yarın ecel gelecek o vazgeçilmez görünenler gibi toprağın altına gittiğinde ne hesap vereceksiniz!

Allah’ım ben senin adına karar verdim dediğin anda alacağın cevabı bilmiyor musun?

Bastır bastır nereye kadar!

Aynı gemideyiz ve geminin bir türlü istikameti belirli bir şekilde gitmesine müsaade edilmeyen,

İnsanların yaşadıkları yaşamlardan hiçbir şey anlamadıkları dönemlere bir de bizimkini dahil ediyorsunuz!

Toplumsal bir körlük yaşıyoruz,

Beyaz Zambaklar Ülkesinde anlatılan Finlandiya hikayesi gibi bir hikaye mümkün.

Yeter artık,

Ben, Oğlum Atlas’a sizin mirasınızı değil,

Ötekileştirilmediği,

Sırf kendisi birey olduğu için hakkının yenmediği,

Adalete güvendiği,

Hukuka inandığı,

Ayrımcılığa uğramadığı,

Eşitliği yaşadığı,

Birlikte çalışma kültürü etrafında buluştuğu,

Dünyanın bilimsel gelişim sürecine katkıda bulunduğu,

Hayal kurabildiği,

Kendisini eğitim sistemi içerisinde keşfettiği yetenek ve becerileri doğrultusunda kariyer yapabildiği bir coğrafya bırakmak istiyorum.

Sizden ve sizin varlığınızdan korkmuyorum,

Yaptıklarınız karşısında susmuyorum,

İnandıklarım doğrultusunda yaşarken hiç kimsenin bir diğerinin yaşamına müdahale etmesini kabul etmiyorum,

Irk, dil ve din üzerinden yapılan siyasetin parçası olmuyorum,

Kimin yönettiğiyle ilgilenmiyorum,

Sadece her bir bireyin birey olduğu için değerli olduğu bir coğrafya hayal ediyorum.

Göreceksiniz olacak,

Millet kendi aydınlarını bir bir ortaya çıkaracak,

Tıpkı geçmişte olduğu gibi bu değişim gelecek,

İster değişimi kendiniz kabul eder insanlara saygı duymayı,

Haklarına ve özgürlük alanlarına girmemeyi kabul edersiniz,

İsterseniz etmezsiniz!

Yok Cemaat,

Yok Tarikat,

Yok benim Sivil Toplum Kuruluşlarım,

Yok benden olanlar,

Yok kardeşim böyle bir şey yok.

Senden olan da olmayan da bir bütün.

Biz, yapalım siz de susun.

Bakın hiçbir etiketim olmadan yani siz bana bir etiket vurmadan karşınıza çıktım bir bir ne varsa tek tek söyledim.

Kınama cezası verelim,

Korkutalım!

Yok şunu yapalım,

Yok bunu yapalım,

Haydi meydan sizin,

Buyurun yapın,

Ben, yanlışsam kabul edeyim,

Diyeyim ki ben haksızdım,

Yok kardeşim yapamazsınız,

Çünkü yeni nesli,

Bugünün gençlerini anlamıyorsunuz,

Yarının çocuklarını nasıl anlayacaksınız?

Bu kafa ve yaklaşımla en büyük korkum ne biliyor musunuz?

Yarın gelecek olanın da bir süre sonra tercine intikam yaklaşımıyla özgürlükleri kısıtlaması bir döngü içerisinde bizi tüketenlerin bizim çocuklarımızı da tüketmesi.

Yastığa başınızı koyduğunuz da bir düşünün,

Bu memleketin çocuk ve gençlerinin başkalarının oyunları ve iktidar mücadeleleri arasında bencilce yok edilmesine müsaade etmeyin.

Her bir göz yanındakinin gözünü açarsa bir Finlandiya hikayesi mümkün!

Yoksa bu gemi zaten su alıyor,

Aşağıda boğulanları İsmail Devrim’i, Emine Ablanın çığlıklarını sadece yukarıda olanlar yükselen müzikten dolayı duymuyor,

Emin olun bu su her kata çıkar ve hepimizi boğar!


21 Ağustos 2022 Pazar

Şeyh Said Üzerine Bir Yazı...

Yazacağım,

Sonra diyorum ki girme konuya,

Mecburen girmek zorunda hissettiğim gecenin bu saatinde dalıyorum balıklama havuza atlar gibi,

Yüzme biliyorum ama bu suda yüzebilir miyim yazının sonunda göreceğiz!

Nedir konu?

Tabi ki Şeyh Said isyanı,

İdam edilen ve mezarları belli olmayan dedelerim geliyor bir bir gözümün önüne,

Dedem,

Dedelerim dediysem ırkımdan dolayı değil,

Gerçek manada dedelerim…

Şeyhlik kavramıyla başlayalım;

Şeyh derken aklıma ilk gelen ilim ve bilim oluyor,

Çünkü eskilerin şeyhleri merak duygusu peşinden diyar diyar gezerek öncelikle kendilerini zenginleştirip ilim ve bilimi birleştiren bir yaklaşıma sahiplerdi,

Zaten yaşadığımız coğrafyanın uzun yıllar boyunca dünyaya bakış açısı kazandırmasının temel nedeni ilim ve bilimi eş zamanlı olarak götürmeleriydi.

Çocukluğumdan itibaren kendimi en şanslı hissettiğim konu senin nasıl gördüğün değil benim kendimi onların torunu olarak görmemdi.

Medrese kültürü bugün nasıl tartışmıyorum ama eskinin medreseleri ilim ve irfanın merkeziydi.

Uzay, astronomi, matematik, edebiyat, değer yargılarıyla ilgilenen ve toplumsal birlikteliği ayakta tutan aktörlerdi.

Görmedim,

Ne dedem Şeyh Abdulkadir’i,

Ne de dedemin dedelerini göremedim,

Hikayeleriyle büyüdüm,

Kulağımın arkasında hep bir yerlerde onların yaşamlarından izlerle bugünlere geldim,

Bir yerde hata yaptığımda hiç tanımadığım Şeyh olan dedelerimin duruşu geldi gözümün önüne ve geri adım attım.

İlim ve bilim bir arada ilerliyorsa orada gerçek manada din yaşanıyor demektir,

Bilimden kopuk bir ilim,

İlimden kopuk bir bilim ise uzaklaştırır.

Uzaktan bakıldığında yüreğinde asilikle büyümesi gereken nesillerken biz hiçbir şekilde bu duyguların altında soluk almadık,

Babam insan olmayı ve insanca durmayı odağına alan bir yaklaşımla yetiştirdi bizleri,

Kendi atalarının yaşadıklarından ziyade yaşadığımız coğrafyada insani ve vicdani duygularla birlikteliği öğreten bir yaklaşım içerisinde oldu,

En önemlisi bana ait kararları hiçbir zaman sorgulamadı,

Ne dedelerimin yaşadıkları karşısında sağ duyunun yanında olmamı,

Ne de kendi duruşunun yanında benim inandıklarımın yanında yer almamı,

Sorgulamadı,

Sorguladığında ise tek bir sohbet konumuz oldu,

Ayaklarımın yerden kesilmemesi!

Çünkü bizi etkileyen değil nasıl topluma yararlı oluruz atmosferinde büyüyen bir süreç yaşadık,

Amaç topluma yararlı olmaksa arkamızda durdular!

Tam tersine kin ve nefretle bizi büyütebilecek malzemeler,

Yaşanmışlıklar ellerinde vardı,

Bunu tercih etmek yerine,

Birlikte yaşama kültürünün ve geçmişin acılarının geleceğe taşınmaması bilincini aşıladılar.

Sen şimdi çıkıp sene 2022 olmuş bundan neredeyse 1 asır önce yaşanılmış olaylar üzerinden ayrıştırma yapmaya devam edersen kusura bakma orada dur!

Biz, bunu reddediyoruz,

Ayrışmak gibi bir meselemiz yok,

Farklıyız, 

Ve, farklılıklarımız en büyük zenginliğimiz!

Senin deden onu yaptı,

Benim dedem bunu yaptı,

Ne mesafe kat edeceğiz!

Çocuklarımız bundan ne kazanacak!

Şeyh Said isyanı yaşandığı dönem itibariyle değerlendirilir ve herkes kendine göre bir kanaat notu ortaya koyar,

Ben, haklıydı derim,

Sen, haksızdı dersin,

Bırakalım da toprağın altında uyuyanlar rahat uyusunlar haklı olup olmadıklarına yaratan karar versin,

Bunu ne senin ne de benim yargılama hakkım var!

Bugün Şeyh Said’in torunları ve sen aynı coğrafyada yaşamaya devam ediyorsunuz,

Mesele geleceği birlikte inşa etmek,

Dünyayla rekabet edebilmek!

Kısır bir döngüsü var siyasetin geçmişi üzerinden eleştiri yaprak konum elde etmeye çalışmak kadar ahmakça bir siyaset yaklaşımı olamaz,

Bana geçmişi değil geleceği,

Ve, geleceğin neler getireceğine dair planlarını anlat!

Ben kendi geçmişimi biliyorum,

Sende kendi geçmişini biliyorsun,

Her birimiz geçmişin acı veren tablolarını biliyoruz,

Gelinen noktada ilim irfan yuvası olan Anadolu adlı ortak coğrafyamızın dünyanın neresinde olduğunun da farkındayız!

Acıları yarıştırdıkça varacağımız yer belli,

Boş ver!

Basmayalım birbirimizin yaralarına,

Yaraları iyileştirerek devam edelim yola,

Ben, Şeyhlik kavramının içinde büyüdüm,

Şükürler olsun da büyüdüm,

Onuru, karakteri, yaşamsal duruşu, eyvallah etmemeyi dedelerimin yaşanmışlıklarından miras aldım,

Ama kusura bakma ben yaşadığım Anadolu coğrafyama en az senin kadar aşığım!

Seninkinden fazlası da var da işte…

Yıl 2022 olmuş ve senden neredeyse koca bir asır önce yaşamdan ayrılmış insanların üzerinden tartışma yaparak hala gelecekten kopuk bir şekilde ortaya vizyon koyuyorsun!

Olmaz!

Bu şekilde geleceği inşa edemezsin.

Bırak mezarlarının bile nerede olduğu belli olmayan o insanlar yattıkları yerde rahat uyusunlar ve Allah hak divanında karar versin haklılıkları neydi?

Kendinizi ilah gibi görüp yargılar ortaya koyarak ulaşabileceğiniz hiçbir yer yok!

Çünkü yargılarınızın her biri hükümsüz!

Bırakın kutuplaştırmayı,

Ötekileştirmeyi,

Toplumsal sorunlara gün itibariyle realist bir şekilde eğilin,

Ben, size diyorum ki Anadolu’nun üretken beyinleri ülkeyi terk ediyorlar,

Yazık oluyor!

Ve, sizin kısır tartışmalarınızın her biri bizi geleceğe taşımak yerine geçmişin karanlık sayfaları arasında süründürüyor,

Birbirimizin acıları üzerinden kendimizi tatmin ederek mi dünyayla rekabet edeceğiz!

Benim bir oğlum var adı: Atlas,

Babamın bana bıraktığı mirasın aynısını ona bırakacağım,

Ötekileştirmeden insanları severek,

Ve, insanlığın bir parçası olarak yetişmesine katkı sunacağım!

Siz, kin ve nefret tohumlarıyla günü kurtarabilirsiniz ama asla geleceği inşa edemezsiniz!

Siyasetin gündemini geçmişten bir kurtarın,

İnsanların yaşadıkları sorunlara dair çözümleri,

Ve, geleceği konuşun,

Sizin yaptığınız saldırgan tavrı en az sizin kadar iyi yapabilecek söylemlere sahibiz,

Ama biz dedeleri idam edilenlerle idam edenlerin çocuklarının yaşadıkları coğrafyada birlikte yaşama kültürü etrafında buluşarak geleceği inşa etmeleri,

Ve, başta kendimiz olmak üzere insanlığın buna ihtiyacı olduğunun farkındayız.

Dedeleri idam edilmiş bir soydan geleceksin,

Ve, bu seni ve devletine bağlılığını etkilemesin diye tek bir defa dahi senin evinde konuşulmuş olmayacak,

Biz, babalarımızdan çok sağlam bir miras devraldık,

Bırakında aldığımız mirası yeşertelim,

Çoğaltalım,

Yayalım,

Kendi içinizdeki nefret ve kini nerede kusacaksınız kusun ama bunu toplumsal siyasete alet etmeyin!

Bu toplumun çocuklarının geçmişi konuşmaya değil,

Geleceği konuşmaya ve geleceğin dünyasını inşa etmeye ihtiyacı var!

Geçmişin acılarının üzerine bastıkça uzaklaşırız,

Uzaklaştıkça kaybederiz,

Kaybettikçe kayboluruz,

Yazıktır!

Günahtır!

Etmeyin,

Eylemeyin!

Acıların üzerine basarak 3 günlük koltuk sahibi olsanız ne olur olmasanız ne olur!

Geleceğe bakın,

Geleceği şekillendirin!

Her kesimin geleceğe dair umuda ihtiyacı var,

Geçmişin yargılamalarının hiçbirimize yararı bugün yok,

Yarında olmayacak!

Sen haklı olsan ne olur,

O haklı olsa ne olur,

Bırakalım da Hak karar versin!


Gençleri Birbirine Benzetmekten Vazgeçin! Bir de çözüm reçetesi...

Bitmek, tükenmek bilmeyen bir kininiz var,

Söyleme gelince Hakkı dilinden düşürmeyen,

Pratiğe bakınca ise tam tersi uygulamalarla birbirini tüketen bir topluluk olmak!

Nedir alıp vermediğiniz,

Sen yönetmişsin,

O yönetmiş ne fark eder kimin yönettiğinin ne önemi var,

Zor mu birlikte yönetmek,

Yedi başlı masal ejderhalarına dönüşüp benden olmayan herkesi bir şeyci olarak etiketlemek,

Aklın almadığı bir coğrafya bizimkisi.

Camiye giderek poz vermeden siyaset bile yapılamayacağını düşünmek,

Cami siyaset parantezinde birbirini kandırmak!

Kendisini cennetin dünyadaki temsilcisi olarak görmek,

Yetmiyormuş gibi bir de cenneti kendinin dışındakilere pazarlamak,

Bir rahat bıraksanız,

İnsanlar bir kendileri olsalar toplumsal tüm sorunlar çözülecek,

Yok!

Kimse kimsenin kendi olmasına izin vermiyor,

Sürekli olarak bir benzetme yarışı,

Bugün sandığa gidecek gençlerin tamamı AK Parti döneminde doğdu,

En çok eleştiren kim tam da bu dönemin çocukları,

Neden biliyor musunuz?

İçinizdeki bitmeyen benzetme arzusu,

Birbirlerine benzesinler istiyorsunuz!

Farkında değilsiniz,

Cumhuriyet döneminin en uzun soluklu tek başına iktidarı döneminde bile bunu yapamadınız,

Bundan sonra da yapamayacaksınız!

Sizin politika ve yaklaşımlarınızdan dolayı inancını kaybederek dünyanın dört bir yanına savrulan gençler var!

Avrupa’da sokakları gezerken karşılaştığımız her genç burada nasıl kalırım sorusuna cevap arıyor!

Yok yetmiyor bir de Türkiye’de olanlar ben nasıl gelirim arayışı içerisinde.

Ben, yönetmeliyim,

Ben,

Ben, bitmek bilmeyen bir hırs.

2023 seçimleri süreci başladığında 81 ile bakın bilmem kaç dönem önce seçilmiş olanlar dahil başlar aday adayı olma süreci,

Daha şimdiden başladı yerelde halk ziyaretleri,

Toplumsal mesajlar vermeler,

Milletimizle birlikteyiz, 

Milletimizi dinliyoruz söylemleri,

Anlamıyorsunuz değil mi?

Yeni nesil bunların hiçbirini kabul etmiyor,

Ettiremiyorsunuz,

Siz elinizdeki akıllı telefonu kullanamazken o akıllı telefonun üretim sürecini düşünen ve üretildiği coğrafyalarda sanal ortamda yolculuk yapan bir beyne sahip!

Ahmet yurt dışına gitti!

Acaba hangi örgüte mensuptu?

Her gidenin arkasından aynı yaklaşım,

Tek bir örgüte mensuptum o da Türkiye Cumhuriyeti Devletiydi.

Yüksek bir tepeye çıkmış uzaktan yaşadığım coğrafyayı izliyorum,

İnsanlara bakıyorum,

Gaziantep’te ve Mardin’de katliam gibi gerçekleşen 2 kaza,

Ölen onlarca can,

Düşünsenize dün ölenlerden biri anneniz,

Babanız,

Evladınız olabilirdi!

Zaten öyle değil mi?

Hiçbirimiz anne ve babamızı seçmedik,

Tam da bu yüzden Atlas’a her baktığımda ya da sokakta gördüğüm her çocuğun gözlerine baktığımda benim çocuğum gibi bakıyorum.

Yönetmek isteyenlerin mücadelesi bitmez bizde,

İktidar değişir sonrasında da intikam arzusuyla gelenler yeni bir döngü başlatır,

Ve, sonrasında aradan 100 yıl geçer biri kalkar der ki mezarı bile belli olmayanlar için vatan hainiydi.

Nedir sizin hain olmama anlayışınız!

Toplumsal uzlaşı ve barışa en önemlisi de birbirinden intikam almayan yaklaşımlara ihtiyaç var.

Farkında değilsiniz değil mi geçmişin kin ve nefretini köpürte köpürte geleceğe taşıyarak gelecek nesillere miras dahi bırakamıyorsunuz.

Türkiye’de kim gençleri kazanmak istiyorsa birbirine benzetmemeyi vaat etsin!

Ben Türkiye’nin 81 ilini gezdim,

81 ilde konferanslar, eğitimler verdim konuşmalar yaptım.

Gittiğim her coğrafyada gördüğüm her bir gencin potansiyelinin ne kadar büyük olduğunu onlarla konuşurken tattım.

Ufkumu genişleten,

Hayal dünyamı zenginleştiren gençlerle karşılaştım,

Ürettiği fikir ve projeleriyle bizi dünyanın bir adım önüne geçirecek hayal dünyasına sahip yaklaşımlar gördüm.

Sonra o gençlerin hep bir yerde motivasyonu kırıldı,

Hevesleri kaçırıldı,

Neden biliyor musunuz?

Anlaşılamadılar,

Anlaşılmak isteyen gençler hala Anadolu’nun dört bir yanında,

1960, 1980 Darbeleri,

Muhtıralar,

Darbe girişimleriyle kendi kendine en büyük zararı veren bir coğrafyayken bunların hepsinden daha büyük bir Darbe yaşıyor Türkiye nitelikli beşeri sermaye göçü,

Darbelerle gerçekleşenin çok daha büyüğü gerçekleşiyor.

Sizin korkunç savaşlarınız ve iktidar mücadeleleriniz arasında Anadolu’nun gariban gençleri yok oluyor,

Üzerine bir de cennete uğurluyoruz söylemleri,

Bir dönüp arkanıza bakın,

Neler yaşandı koca bir asırda,

Neler oldu,

Ve, gelinen noktada değişen ne var?

Hepimiz yaralı birer kuşuz,

Her birimizin farklı yaraları var,

Aradan geçen yılların karşısında ise birbirimizin yaralarını iyileştirmek yerine yaralara basarak ileriye gidebileceğimizi zannediyoruz.

Bazen diyorum Allah’ım nasıl bir asra denk geldik,

Bizden önceki asırlar da böyle miydi?

Bunları buraya gelince yazmaya başlamadım,

İlk çığlığımı attığımdan bu yana neredeyse 17 yıl geride kaldı,

Edebiyat derslerinden en kötü notları alan öğrenci 3 kitap yazdı,

Yetmedi televizyonlara çıktı,

Yetmedi projeler yazdı ve bunların her biriyle aslında toplumsal çığlığa katkıda bulunmak için mücadele etti,

O da yetmedi karar alıcıların karşısında bir bir ne düşünüyorsam,

Konuştum,

Anlattım,

Söyledim!

Hiçbiri benim düşüncem değildi çünkü beni ben yapan toplumun içinde olmaktı ve toplumu dinleyerek öğrendiklerimi paylaşıyordum.

Tam da 2023’e doğru giderken size bir reçete önereyim mi?

Gençleri birbirine benzetmekten vazgeçin,

Her yerde üniversite kurmayı bırakın,

Çocukların ve gençlerin ihtisaslaşacağı mesleki eğitimi öne çıkaran bir eğitim sistemi getirin,

Üniversite bittikten sonra diplomayı alan gencin ben ne iş yapacağım sorusunu sormaması için erken yaşlardan itibaren çocukları ve gençleri tanıyan bir yaklaşım benimseyin,

Zamanında sizin açtığınız yollarda mecburiyetten belirli cemaat vb örgütlere üye olmak zorunda kalan bireyleri suçlamayı bırakın yolu açanları suçlayın,

Düşüncenin özgürleşmesini sağlayın, bırakın insanlar düşüncelerinden dolayı yargılanmasınlar, insanlar düşündüklerini kendilerinde tuttukça birikiyor ve dünyayla rekabet edemiyoruz,

Mülakat, kpss vb ne kadar sınav varsa hepsini kaldırın ihtisaslaşma liyakatini kurun. Bilgisayardan anlamayan sınavda başarılı oldu diye mühendislik okuyor, bilgisayarda en mükemmeli ortaya koyan fizik, kimya, biyoloji, edebiyat yapamadığı için mühendis olamıyor. Sonra mühendisliği bitiren mühendislik dışında başka bir iş yapıyor.

Üniversitelerde akademisyen olma sürecini bilimsel yeterlilik ve bilimsel üretim sürecine dönüştürün. Üniversitelerin rektörleri dahil hiçbir kadrosunu belirlemeyin. Bırakın her bir üniversite dünyayla rekabet edecek yaklaşım ve ortamını kendi kursun eğer beceremiyorsa da sıkı bir denetimle değiştirmekten çekinmeyin,

Sivil toplum kuruluşlarını özgürleştirin; kim hangi düşünceyle neler yapmak istiyorsa yapsın, siz STK’ları ayrıştırmadan finansal desteklerin etkin ve adil bir şekilde dağılımını sağlamaktan sorumlu olun!

Devletin adı Türkiye Cumhuriyeti bırakın geriye kalan kimlikleri kim kendini nasıl tanımlıyorsa tanımlasın; siz çatıyı sağlamlaştırın gerisini boş verin. Türk – Kürt, Alevi – Sunni, Başörtülü - Başörtüsüz vb tartışmaları kendi aranızda yapın bırakın toplum hissettiği gibi yaşasın. En korkuncu da koca bir asır sonra bir Ermeni kökenli genç Kaymakam oldu diye bunu paylaşmaktan asıl utanın bunca yıl boyunca neden olmadı diye oturup düşünün. 

Yedi başlı masaj ejderhaları gerçek hayatın içinde de var ve önüne ne gelirse parçalayıp, yok etmeye çalışıyor. Bundan yıllar sonra şimdinin çocukları büyüdüklerinde sizi yargılayacaklar ve sizinle ilgili kararlar verecekler,

Nasıl hatırlanmak istiyorsanız öyle iz bırakın!


18 Ağustos 2022 Perşembe

Sevgi Annenin Çığlığı... Okuyun Belki de Sizin annenizdir...

‘’Sizi hiç tanımıyordum.

İki üç güne kadar tv de haberleriniz çıkana kadar.

İyi bir insan evladı, vicdanlı ve vefalı olduğunu söyledi kalbim.’’

Bana ait değil bu cümleler,

Aynen böyle başlıyordu mektup.

Mesaj istekleri kutusunda buldum mesajı.

‘’İçimi dökmek için sizi rahatsız ettim.’’ diye devam ediyordu.

Beni aldığım yüzlerce mesaj ve mail içerisinde en çok etkileyeni bu oldu.

Hiç tanımadığı birine içini dökmek isteyen bir Anne Sevgi,

Toplumsal çığlığın benim için simgesi çünkü içimizdekileri dökecek insan bulamıyor kimse.

Sürekli kendisine konuşan ama hiçbir şey yapmayan herkesten tiksinti uyandıran bir ortamda yaşıyoruz.

Kimse sizin nelerle mücadele ettiğinizi,

Neler yaşadığınızı,

Neler düşündüğünüzü dinlemiyor,

Kendisini anlatma derdinde olan yığınların arasındayız.

Dinleme kültürünü kaybettik,

Dinlemekten korkmaya başladık.

Ne Sevgi annenin düşüncesini,

Ne bakış açısını,

Ne dünya görüşünü,

Ne de bir cemaat, tarikat, siyasi parti üyeliği var mı yok mu bilmiyorum.

Beni de ilgilendirmiyor.

Biliyorum içinizden birileri bir annenin birazdan paylaşacağım çığlığını yazınca hemen etiket vuracaksınız,

Sakın!

Sakın! 

Bunu yapmayın!

Sırf bunu yaptığımız için kaybediyoruz,

Birbirimizden uzaklaşıyoruz,

Birbirimizi anlamıyoruz.

Etiketlemek en kolayı,

Bugün birileri etiketledi diye siz de sorgulamadan etiketlerseniz işte o vakit Allah’ın size verdiği aklın hiçbir anlamı kalmaz,

Yaşamın içinde onurlu ve emek vererek yol kat etmeye çalışan,

Sırf birileri zorladığı için mecburiyetten belirli kapılara gitmek zorunda kalan insanlar da olduğunu unutmayın.

Örneğin; siz yıllarca gençlerin barınma sorununu çözmeyin,

Sonra garip Anadolu çocuğu o üniversiteyi okumak için mecburiyetten tarikatların ve cemaatlerin kucağına düştü diye suçlayın!

Barınma sorununu çözmeden üniversiteleri her ile fakülteleri yüksek okulları ilçelere açarsanız sonra o çocuklar üniversiteye gittiklerinde bugün size yakın olan yerlere gitmek zorunda kaldıklarında yarın ise tam tersine siz uzaklaştığınızda gitmek zorunda kalanları ötekileştirme hakkınız yoktur.

Önce insanca barınma ortamı kurun sonra çocukları ve gençleri eleştirin!

Dönelim Sevgi Annenin Mektubuna;

‘’Bu ülkedeki çokları gibi yüreği yanık bir anneyim.

Çaresizim Allah’ımın gücüne gitmesin!

Güç şartlarda yetiştirdiğim iki oğlum var!

Allah cümlenin evlatlarına hayırlı yazgılar yazsın içinde de benim evlatlarıma’’

Annenin vakur duruşuna baksanıza sadece kendini ve kendisine ait olan iki evladı düşünmüyor,

Önce beni,

Seni,

Onu düşünüyor daha sonra kendi çocuklarını düşünüyor.

‘’Biri Polis, diğeri ise elektrik elektronik mühendisi,

Mühendis olan abisine özendi,

Komiser yardımcılığı sınavına girdi ve bütün sınavları başarıyla tamamladı,

Ve iyi bir dereceyle mezun olacakken eğitim sonu sınavında (ESS) adı altında 1 dakika süren liyakatsiz bir şekilde elediler çocuğumu.

Dava etti, mahkeme tutanaklarıyla sabit. Mahkeme haklı buldu oğlumu yine sınava çağırmak zorunda kaldılar. Bu sefer 30 saniye sürdü sınav. Bir buçuk günde açıkladılar başarısızsın dediler. 

KPSS sınavına girdi 88.5 puan aldı devlet memuru olmak için girdiği bütün mülakatlardan elendi. Aşırı derecede morali bozuk. Psikolojisini bozmamak için insan üstü gayret gösteriyorum ama bende kafayı yemek üzereyim. İngilizcesi var yurt dışına gitse hiçbir tanıdığımız yok. Neyse hakkınızı helal edin. Yazılarınızı okudum en çok da 1 Ağustos tarihli olanı hem okudum hem de gözlerimden yaşlar döküldü. Hem bu kadar emek verip hem de bu ülkede yaşamak bu kadar zor olmamalı kardeşim’’

Ne yaptın Sevgi Anne?

Bu cümleleri okurken boğazım düğümlendi,

Yaşadıklarım bir bir geldi gözümün önüne,

Acaba kaç hanede kaç anne ve baba çocuğu için bu psikolojiyi yaşıyor,

Düşünsenize binbir emekle hayalle büyüttüğünüz evladınız,

Yetiştirdiğiniz,

Emek verdiğiniz canınız,

Yaşadıkları zorluklarla içine kapanıyor ve siz onu gördükçe siz de onunla birlikte eriyorsunuz.

Hani en tepeden diyorlar ya bu ülkenin tüm vatandaşları eşittir!

Hangi eşitlikten bahsediyorsunuz?

Yakınların eşitliği diyorsanız haklısınız!

Kusura bakmayın ben sizin eşitlik anlayışınıza inanmıyorum.

Ne bir cemaat üyesi oldum,

Ne bir tarikat,

Ne de benzeri bir yapı,

Hani milliyetçilik, ülkücülük diyorsunuz ya,

Ben içinizdeki en önde giden Türkiye milliyetçilerinden oldum.

Öyle lafla olmuyor bu işler,

Memleket için taş üstüne taş koyanlardandım.

Ey Sevgi Anne ve Oğlu,

Senin bir defa Elektrik Elektronik Mühendisi mezunu bir birey olarak polis olmayı düşünmen en büyük hata,

Sen mühendissin,

Sen üretensin,

Sen teknolojiyle Anadolu’nun çağ atlamasına katkı sunması gerekensin,

Bakma sen sürekli polis istihdamı yapıldığına,

Üniversiteye mühendis olarak girdiğin ilk günü hatırla,

Ve, o hayallerine sadık kal,

Peşinden git!

Senin atanmak istediğin devlet kadrolarında 15 yıl çalıştım,

Emin ol üretimden kopmamak,

Hayallerimden vazgeçmemek için o kadar çok mücadele ettim ki,

Bazen kendimi kandırdım,

Sana Fatih’in 21 yaşında İstanbul’u fethettiğini anlatırlar,

Ama kaç yaşına gelirsen gel koltuğunu terk etmek istemeyenler için sen hep bir çocuk olursun!

Neden elendiğini bilmiyorum,

Ama bir annenin mesajından anladığım içinde üretme arzusu olan bir genç görüyorum,

Boş ver devlete atamazlarsa atamasınlar,

Sen hayallerinin peşinden git,

Yaşadığın coğrafyada girişimciliğinle neler yapabileceğini düşün,

Alanında ihtisaslaşmak için emek ver.

88.5 aldın ya kimse kıymetini bilmedi,

Zaten soruları da iki de bir çaldırıyorlar,

KPSS yerine kendine emek ver,

Zaten ne kadar emek verirsen ver,

Bir gün birileri devlet memuru olmadan sırf birilerine yakın olduğu için gelecek senin başına genel müdür olacak, başkan olacak, başkan yardımcısı olacak,

Oturduğu yerden üreten seni de tüketecek!

Sevgi Anne,

Sen, Allah’tan ümidini kesme,

Dilinden Hazreti Ömer Adaletini düşürmeyenlere de bakma,

Allah var ve her şeyi görüyor,

Sadece kendilerini öyle kaptırmışlar ki onun bile farkında değiller.

Biz, iyiler dayanışmak zorundayız,

Yakında Avrupa’da derneğimizle Türkiye’den gençlere ev sahipliği yapacağız,

Anadolu’nun her bir gencinin yetişme sürecine katkıda bulunacağız,

Eğer oğlun gelmek isterse bizim de ona kapımız sonuna kadar açık.

Birileri ne derse desin,

Yüreğinde iyilik ve doğruluk olanlar olarak dayanışmak zorundayız.

Farkında değiller kendi kısır tartışmaları arasında Anadolu tarihinin en büyük beyin göçünü veriyor,

Bu göç nitelikli beyin göçü ve ülkenin en büyük tehdidi bu.

Ey Sevgi Annenin oğlu,

Ne adını biliyorum,

Ne de seni tanıyorum,

Ama böyle bir annen olduğu için ne kadar gurur duysan az,

Sakın vazgeçme,

Biz, bu hayatta dik durmadığımız gün olursa üzülenlerden olacağız,

Emin ol sende evleneceksin,

Ve, bir gün çocukların olacak,

Sonra benim çocuğum Atlas ve senin çocuğun çocukların ve gençlerin hayal kurmaya başladığı bir coğrafyada,

Kimsenin kimsenin hakkına girmediği günlerde birlikte gökyüzüne bakarak,

Uzaya doğru yolculuk yapacakları araçları tasarlayarak farklılıklarıyla emek verecekler.

İki gündür yüzlerce mektup arasından beni en çok etkileyen Sevgi Annenin mektubundan etkilenerek soluk alıyorum,

Sevgi anneler her yerde sadece çığlıklarını duymak gerekiyor,

Yoksa bir gün çocuğuna ısıtacak odun bulamayan Emine Abla gibi ya da harçlık veremediği için bunalan İsmail Abi gibi korkunç haberleri gördüğümüzde etkileniyoruz.

Mesele şimdi oturup dinlemek yarın çok geç.



11 Ağustos 2022 Perşembe

Beyin Göçü

Beyin Göçü


İlk defa 1962 yılında Kanada’ya göçü tanımlamak için Royal Society tarafından kullanıldı.


Peki nedir bu beyin göçü?


İnsan dediğimiz varlık en büyük gücünü beyninden alıyor.


Beynin sınırlarını zorladıkça,


Belleğin etkinliğini arttırdıkça aslında yaşadığı dünyayı, galaksiyi ve evreni anlamlandırma süreci başlıyor.


Beynin en büyük besleyicisi ise; özgürlüktür.


Özgür düşünemeyen bir beyin körelmeye,


Üretememeye,


Ve, en önemlisi kullanılmamaya mahkumdur.


Bir insanı alın yaşadığı coğrafyada zihinsel olarak baskılayın; her ne kadar istediği gibi hareket edebilse de, gökyüzüne baksa da, soluk alırken ormanın derinliklerinde asırlık çınarların arasında yürüse de özgür değildir. 


Özgür düşünemez.


Bir insanı alın koca bir ömrünü tek bir hücrede yaşayacak bir hikayenin içine sokun baskılamayın yine de özgür düşünür.


Yani beynin baskı algısı kritik bir eşiktir.


Eşik geçildiği anda beyin üretimden kopar ve kendini tekrar ederek,


Bunalımı yaşadığı bir sürecin içine sürüklenir.


Adı her ne kadar Beyin Göçü olarak 1962 yılında konulmuş olsa da insanlığın ilk döneminden itibaren düşünceyi özgürleştirmek isteyenlerin hareketliliği zaten devam ediyordu.


Teknolojinin hızlı bir şekilde ilerlemesiyle birlikte bu hareketlilik süreci arttı.


Ne kadar özgür bir coğrafya tanımı yapmanız önemli değildir,


Önemli olan insanların kendilerini nasıl hissettiğidir.


Siz, insanların sizi gibi düşünüp,


Sizin gibi yaşamalarını,


Ve, en korkuncu sizin gibi hareket etmelerini dayattığınız bir ortamda zihnin özgürlüğünden bahsedemezsiniz.


Gelişmiş toplumlar,


Teknolojiye yön verenler bugün düşünceyi baskılasınlar emin olun ertesi gün sıralamadaki yerleri hızla gerilemeye başlar.


Yönetme arzusu yüksek olan coğrafyalarda düşünce daha çok baskı altındadır,


Çünkü düşünen beyin sorgular,


Ve, sorgulayan beyinler yönetimler için her zaman tehlikelidir.


Yüzlerce olan üniversite sayısını binlere ulaştıralım,


Eğer üniversitelerin içerisinde özgür düşünce veya baskılanan beyinler varsa,


Bilim ve üretim adına hiçbir şey ortaya çıkmaz.


Çünkü kimse risk almaz!


Düşüncenin baskılanmadığı ortamlarda ise risk alan aktörlerin sayısı artar.


Bütün üniversiteleri kapattığımızı varsayalım tek bir üniversitemiz var,


Ve, burada beynin ve ürettiği düşüncenin üzerinde baskı olmadığını düşünelim,


İşte yüzlerce üniversitenin yapamadığını tek başına o üniversite yapar ve bir anda sizi dünya üniversiteleri sıralamasında en öne doğru ilerletir.


İnsan düşündüğü kadar hayal kuran bir varlık,


Hayal ise baskının olmadığı yerde kurulur,


Sabahtan akşama kadar çıkıp ekranlara baskının olmadığını anlatıp durun,


Mesele sizin anlattığınız değil,


İnsanların hissettiği!


Beyin göçü veren ülkelerin ortak özelliği bitmek bilmeyen baskılanmadır,


Baskılanma ise sorgulamamayı beraberinde getirdiği için yönetenin tercihidir.


Beyin göçü süreci yaşı baskılamanın dozuna göre değişir.


Şiddetin az olduğu ortamlarda en nitelikli olanlar sınırlarının zorlandığını düşünerek gider,


Şiddetin orta seviye olduğu coğrafyalarda ise eğitim süreci veya mesleki hayatın ilk dönemlerindeki hayal kırıklıklarıyla hareket başlar,


En tehlikelisi ise beyin göçü yaşının veya bunu düşünmenin çocukluk dönemine kadar inmesidir.


Düşünün her sabah uyanıyoruz,


Ve, ekranın başında, sosyal medyada, gazetelerde size ne kadar özgür olduğumuzu anlatıyorlar,


Eğer beynin düşünme süreci zayıflamış,


Sınırlarını zorlamıyorsa buna inanmak mümkün,


Tam tersine sınırları hala zorluyorsa o vakit sizin ne dediğiniz değil insanların nasıl hissettiğidir önemli olan.


Kendisini farklı hissetmesi gereken beynini kullanmayan varlığa dönüşmek ise İnsan için en tehlikeli olanıdır.


Beyni kullanan insandan size ne tür fayda ve zarar gelebileceğini öngörürken,


Bunun aksi durumda bunu öngöremezsiniz!


Şiddet, tecavüz, cinayet, intihar, yoksullaşma, ensest ilişkiler, değer yargılarından uzaklaşma, kavga vb bir çok şeyin temel nedeni aslında beynin doğru bir şekilde eğitilmemesiyle ve kullanılmamasıyla ilgilidir.


Beyin göçü veren coğrafyalar günü kurtarmaya çalışırken,


Göç alanlar ise geleceği inşa ederler.


Beyin göç veren coğrafyalarda bitmek bilmeyen bir hesaplaşma süreci vardır,


Çünkü her iktidar olan kendi baskılanmışlıklarının intikamını alma güdüsü taşır,


Beyin göçü alan ülkelerde ise kendinden öncekilerin bıraktıklarının üzerine ne koyabilirim endişesi vardır!


Beyin göçü veren ülkeler seçim endeksli bir hikayenin parçasıyken,


Alan ülkeler ise seçmen odaklı bir hikayeye sahiptir.


Özgürlükleri anlatmayın,


Özgürlükleri yaşatın!


Teknofest ve Zeytinli Rock Festivalleri üzerine 2 ayrı haber gördüm,


Bunların her ikisini de birbirinden ayıramazsınız,


Kalkıp biri iyi diğeri kötü dediğinizde baskılama yapmış olursunuz,


İnsanların zihinsel özgürlük sürecini nerede daha iyi yaşayacaklarına karar veremezsiniz,


Bu iyi burada yaşasınlar,


Ya da bu kötü burada yaşamasınlar dediğiniz de kime göre sorusu sizi bulur?


Sonrasında ise size sorarlar ya sana göre olan bana göre olan değilse,


Birine ne kadar destek veriyorsanız,


Diğerine de o kadar destek vermek zorundasınız,


Çünkü her ikisinin içinde yer alanlarda aynı toplumun içinde yaşıyorlar,


Aksini yaptığınızda söylem olarak dile getirdiklerinizin tamamı boşa düşüyor.


4 yıl boyunca Türkiye’nin en büyük Gençlik Festivalini uluslararası katılımcılarla birlikte organize eden ekibin başında yer aldım.


Her kesimden insanın bir araya gelmesini,


Ve, bize uygulansa da katılımcılara uygulamadığımız için her biri ayrı ayrı katılımcıların zihin dünyasında iz bıraktı.


Beyin göçü çok tehlikelidir.


Çünkü nitelikli olarak yetiştirdiğiniz beyinler farklı ihtisas alanlarında sizin coğrafyanızda yeterlilik kazanmışken,


Birikim ve kazanımlarını başka coğrafyalara taşıma arzusu taşıyor,


En korkuncu da çocuk diyebileceğimiz yaşlarda bunun hayalini kurmaya başlamışlarsa geçmiş olsun.


İnsan düşünmek ve sorgulamak üzerine gelmiş bir varlıkken,


Siz bunu elinden aldığınız vakit tehlikeli bir toplum yapısı oluşur.


Kimse kusura bakmasın,


Biz bizden öncekilerin mirası üzerine zaten beyin göçünün bir parası olarak büyüdük,


Kendimizi yetiştirdiğimiz coğrafya için dünyadan gördüklerimizden hareketle değişim ve dönüşümü arzuladık.


Fakat beynin baskı altına alınma sürecinin verilen emeklerle kırılmasını bekledikçe değişenin olmadığı görmek insanın kendisini bir adım geriye çekerek düşünme yetisini kaybetmemek için bir sorgulama süreci içerisine girmesine neden oluyor.


Durun!


Her şeyi bilen insanlar değiliz,


Bilmek zorunda da değiliz,


Kimse kusura bakmasın her şeyi en iyi ben bilirim yaklaşımıyla hareket edenlerin baskısıyla da yaşamak,


Ve, gelişmiş dünyayla rekabet etmek de mümkün değil.


Bugün elimizde hala bir fırsat var,


Sizin yaşadıklarınızı biz yaşadık,


Peki ya genç kardeşim,


Bizim yaşadıklarımızı da çocuklarımız yaşayacak mı yaşamayacak mı?


Günlük gündemleri sadece gözünüzün önünden geçirin,


Takip ettiğiniz mecra neresiyse bir düşünün,


Ve, sonrasında bırakmak istediğiniz mirasa kendiniz karar verin!


Beyin göçü dünyanın içinde devam ediyor,


Etmeye de devam edecek,


Sadece göç veren mi olacağız yoksa alan mı?


Asıl mesele bu!


Birileri göç alan olmaya devam edecek,


Ve, geleceğin dünyasını göç alanlar şekillendirirken,


Verenler kısır bir döngünün içinde birbirini tüketecekler.


Tüketirken de sanırım farkına varmamak en kötüsü.


Bizim olanı bütün olarak hep birlikte sahiplenir,


Birlikte çalışma kültürü etrafında buluşarak,


Özgürlüğü baskılamaktan vazgeçersek hep birlikte daha çok mutlu olacağız.


Asıl o zaman Anadolu’nun çocukları kendilerini mutlu hissedecekleri coğrafyalarına dünyanın dört bir yanından geri gelecekler.


Yani sizin söylemlerinizden çok,


Karşınızdakinin hissettiklerinin farkına varın!